Nefsini, kötü arzulara ve geçici dünya zevklerine uymaktan uzaklaştırarak dinin emirlerine tabi kılmak için ne kadar çok çalışır, nefsini eğitir ve riyazetler yapar!... Bütün bunları, iki rekat namazı Allah Teala’nın yardımıyla adabına uygun ve temiz bir kalple kılabilmek için yapar. Cenab-ı Hakk’ın kendisine saf ve tatlı bir sır bahşetmesi için nice niyazlarda bulunur... Bu sırra ayda bir defa hatta yılda, ömürde bir defa nail olsa bunu kendisi için en büyük lütuf ve ihsan sayar. O kadar çok sevinir, Allah Teala’ya o kadar çok şükreder ki... O uğurda katlandığı meşakkatlere, uykusuz geçirdiği gecelere ve terk ettiği lezzetlere hiç aldırış etmez...
Sonra bir de dönüp ibadete rağbet gösterdiğini ve ibadet yapmaktan hoşlandığını sanan kişiye bakıver! Eğer böyle birine, yukarıda anlatıldığı gibi gerçek manada saf ibadete nail olmak için akşam yemeğinden bir lokmayı eksiltmesini, mâlâyanî bir sözü terk etmesini veya gece uykusundan bir saatlik feragatte bulunmasını istesen; bunlara asla razı olmaz ve yapmak istemez!
Bunlardan bazıları nadir olarak ibadetin manevi tadını elde etseler de bunu önemli bir şey saymaz ve çok çok şükretmez. O, ancak eline birkaç kuruş geçince, yeni bir elbiseye sahip olunca, lezzetli bir yemekle midesini doldurunca, gaflet üzere oldukları halde sağlıklı ve afiyet üzere olunca sevinçleri ve hamdleri artar. O zaman şöyle derler:
“Allah Teala’ya hamd olsun, bunlar bize Cenab-ı Hakk’ın bir ihsanıdır!” derler. Şu gafil ve aciz yaratıklar ile yukarıda anlatılan gerçek müslümanların birbirine eşit olmaları hiç mümkün mü?
"Bilmiyorum. Dünyanın onuruna gölge düşürmektense, bunun sadece bizim çağımızda böyle olduğunu, bunun sadece bir hastalık, geçici bir talihsizlik sayılması gerektiğini kabul etmek isterim. Baştakiler sıkı bir çalışmayla bir sonraki savaşı başarılı şekilde hazırlarken, bizler de fokstrot yapıyor, para kazanıyor, çikolatalı şekerlemelerimizi yiyoruz. Böyle bir çağda da dünya ister istemez pek parlak sayılmayan bir görünüm sergileyecektir. Umalım ki eski çağlar şimdikinden daha iyi olmuş, ileridekiler de şimdikinden daha iyi olacak olsun, daha zengin, daha geniş, daha derin. Ama bu bizim derdimize çare değil. Kim bilir belki de her zaman böyleydi..."
Keşke Efendimizin insanlığı islama davet ettiği zamandaki gençlerden olsaydık. O'nun yürüdüğü sokaklardan geçip gül kokusunu doya doya içimize çekseydik. Nur yüzüyle aydınlansaydık. İslamın, müslümanlığın, namazın, Kur- an'ın kıymetini daha çok bilseydik.
Şimdiki zaman, dünya telaşesi yoruyor. Bedenimizi degil. Ruhumuzu yoruyor. Oysa ruhumuz Sana muhtaç, O'na aç. Ama bu yalan dünyanın geçiçi telaşlarından sıyrılmaya çalışıyoruz.Nefsimizi körelt. Bizlere yardım et. Ellerimizi bırakma Ya Rab!
Yalnızca kendini kaptırarak kitap okudun diye, görebildiğin dünya da genişleyecek sanma. Ne kadar bilgi depolasan bile, kendi kafanla düşünüp kendi ayaklarınla yürümedikçe her şey sahte, havada ve gelip geçici şeyler olarak kalır.
Ertelemek gerekir bazı şeyleri ötelere. Bu dünya insanın doyumsuz duygularına cevap veremiyor. Kalp geçici olanı değil asıl sahibini istiyor. Dünyaları serip döksen önüne, yine de mutlu olmuyor.
Bu dünyâ hayâtından sonra üçüncü bir hayât dahâ vardır. Birinci hayât, ya’nî dirilmek, Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmın belinden çıkarıp şehâdet etdirdiği ve (Ben sizin rabbiniz değil miyim?) buyurduğu vakt, (Evet, biz kabûl etdik. Sen bizim rabbimizsin. Yâ Rabbî) dedikleri zemândır. Dünyâ hayâtına i’tibâr olunmaz. Zîrâ bu hayât, insanın ni’metlenmesine vâsıta olup, geçici ve gidicidir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (İnsanlar uykudadırlar, öldükleri vakt uyanırlar) buyurdu.
Bu hadîs-i şerîf üçüncü hayâtı, ya’nî kabr hayâtını bildiriyor.
Püritenizmin merkezi Birleşik Devletler'de Kongre 1909'da ilk ulusal uyuşturucuyla mücadele yasasını çıkarmış, afyonun tıbbi nedenler hariç ithalini ve satışını yasaklamıştı. Yasayı eyalet seviyesinde uyuşturucuyla mücadele yasaları izledi ve son olarak 1914'te çıkan afyon, kokain ve diğer uyuşturucuların kullanımını tamamen