Kuşaktan kuşağa sadece fizikler genler değil ruhsal genlerde geçiyormuş... Geçmiş kuşağımızda bir yakınımızın içinde tutup atamadığı dertleri bile ileride torunlarında çıkabiliyormuş... Tüm kitaplarını okudum, hepsi ayrı güzel, ayrı akıcıydı. Fakat bu kitap beni daha bir farklı etkiledi. Özellikle Meliha'nın yaşadıkları... İnsan inanamıyor ya da inanmak istemiyor bu kadarına... Her satırını okurken yaa bunu yaşayan insanlar varmış ve hala da eminim ki var diye diye okudum, onları anlamaya çalıştım. Onlar için gözyaşı döktüm ve kitap bittiğinde ise onlar için dua ettim. Çünkü okurken beni bu kadar yaralayan şeyleri bir başkasının bizzat yaşaması ne acı... Ah Dünya hiç adil değilsin ve aslında hiç yaşanılacak yer değilsin !
Otizm ve manik-depresyon gibi bozukluklara yol açan genler ortadan kaldırılsaydı, dünya yaratıcı fikirler üretemeyen, sıkıcı muhafazakârlara kalabilirdi.
İnsanların neden illa yaratıcı bir varlığa tapma/inanma ihtiyacı duyduğunu araştırmaya başlayan bir moleküler/biyolog olan Amerikalı Dean Hamer tam 6 sene yemeden içmeden araştırma yaparak "Allah'a inanç geni olduğunu" itiraf ediyor. Bu araştırmasında birçok kişiden istifade ediyor lakin ona son noktayı koyduran tek yumurta ikizleri oluyor. Genetik yapıları birebir aynı olan tek yumurta ikizlerinin Allah'a olan inançlarının da aynı oldu-ğunu keşfediyor. Ve diyor ki; "genler ve inanç arasında kesinlikle bir bağ var!"
Daha sonra insanda bulunan tam 35 bin genden hangisinin inancı etkilediğini bulmaya çalışan Hamer, "vmat2" genine "iman geni" adını veriyor. Neden "genlerimiz" ile bu kadar oynandığını, neden bilinçaltımızın bu kadar kurcalanmaya çalışıldığını artık daha detay vererek izah etmemize gerek kalmış mıdır?
Bu tertemiz ümmeti tankla topla yenemeyeceklerini asırlardır yeterince anladılar. Ve şu an siber savaşlar adı al-tında zihnimizdir asıl hedef...
Ergenlik dönemini geride bırakmış ve zihinsel geriliği olmayan bütün, vatandaşların eşit olduğuna inanır gibi yapmanın hiçbir anlamı yoktur; çünkü değildirler. Farklı genler ve farklı deneyimler, insanları dıştan olduğu kadar içten de farklı kılar. Nörobilim geliştikçe, insanları kabaca belirlenmiş ikili bölümlendirmelerin değil, koca bir yelpazenin üyeleri olarak anlama becerimiz de gelişecektir. Bu ise bütün beyinlerin aynı teşvik unsurlarına aym biçimde yanıt verdiği ve aynı cezaları hak ettiği anlayışını terk edip, ceza ve rehabilitasyon koşullarını bireye göre biçimlendirmemize olanak sağlayacaktır.