Bazı kitaplar vardır, okurken kendimizden bir parça buluruz. Hatta bazen daha da ileri gider: "Bu kadarı da olmaz, bu kitap beni anlatıyor!" deriz.
Hayatın bazı dönemlerinde öyle bir ruh haline bürünüyorum ki... İsmini veremediğim bir ruh haliydi, artık bir ismi oldu: OBLOMOVLUK.
Nazım Hikmet'i sever misiniz?
Hadi canım, nereden
Uzun bir süredir öykü ağırlıklı okumalar yapmaktayım. Daha önce paylaşmış olduğum bir alıntıda yer aldığı gibi (#69389465), ben de herkesin bir öyküsü, şiiri, şarkısı olması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle okumuş olduğum 164 tane öykü kitabının içinden bana dokunan öyküleri bir ileti altında paylaşmak istedim.
Bu
Uzun sayılabilecek bir incelemenin ilk satırındayım... Ahmet Erhan için inceleme yazmak benim için fazlasıyla zor. Ne yazsam eksik kalacak, biliyorum. “Yazsam olmuyor, yazmasam olmaz” yani. Darılmaca gücenmece olmasın diye belirtmek istiyorum. Yazacaklarım daha çok benim Ahmet Erhan’la olan hikayemdir. Dileyen okumayı burada bırakabilir.
“Her
“Şair bir tahrip etkenidir, bir virüstür, kılık değiştirmiş bir hastalıktır ve harikulade biçimde belirsiz olmasına karşın alyuvarlarımız için en vahim tehlikedir. Onun çevresinde yaşamak mı? Kanımızın inceldiğini hissetmektir bu; bir kansızlık cenneti düşlemek ve damarlarımıza gözyaşlarının aktığını işitmektir.” (E.M.Cioran)
Aklım şiir hakkında
Oğuz Yılmaz Hocamın , okuduğum ikinci kitabı. Hocamız iyi bir edebiyatçı ve bunun hakkını Özümden Sözüme kitabı ile vermiş. Ben kitap için sözümden özüme diyeceğim çünkü çoğu cümleyi iki defa okudum. Özümsemek ve içime
işletmek için. O kadar güçlü cümleleri var ki...
Şiiri nesire dökmüş. Büyük bir duygu yoğunluğu yaşanmış.Herkes kendinden bir şeyler bulacak. Herkesin içini yakacak cümleler mevcut. Hocamız İstanbul'u çok sevmiş ve O güzel şehir için seviyorum seni İstanbul. Mevsimlerin kuyruğa durduğu hayatımın gizli öznesisin. Beyaz bir örtüyle bile başa çıkamazken. Martılar onun altında bile terk etmezler seni. Rabbim yolunuzu açık etsin. Daha güzel çalışmalarda sizi görmek duasıyla.
Bir yol nereye gider diye sordu kendine. İnsan ancak adresi olmayan bir yolcuyu uğurladığında yolların bilinmezliğini keşfederdi diye fısıldadı gaiplerden gelen bir ses. Giden bir tek yola gidiyor, kalan sayısız pek çok yolun sır dolu düğümlerini çözmeye mahkûm oluyordu. Kendisinden ayrılanın ölümün yoluna mı, ihanetin yoluna mı, yoksa tekrar
Hayatımın önemli bir kısmı edebiyat ile iç içe geçmiş olmasına rağmen, şiire bir türlü ısınamadım. Bazı şiirler hariç olmak üzere, hiçbir şiirin beni etkilediğini düşünmüyorum. Peki bu iletiyi neden yazıyorum? Dün sabah yine bu sitede bir okurun, Mona Roza - Sezai Karakoç şiirini paylaştığını gördüm ve yaklaşık 24 saattir aklımdan çıkaramadım.
Müptezeller bittikten sonra yaklaşık altı-yedi tane kitabın kapağını açıp, göz gezdirip başlamadan bırakan ben... en sonunda da en alttaki bu kitabı çıkarmakla çok iyi yapmışım.
Şu ana kadar okuduğum, çok beğendiğim ve isteyenlere tavsiye ettiğim Koku, Serenad, Uçurtma Avcısı ve hatta Şeker Portakalı'nın evet Zeze'nin bile üstüne çıkabilecek bir
Bugün, tam 12 yıl önce liseye geçiş sınavlarına hazırlanırken hem ufak tefek ders notlarını aldığım hem de ergenliğin verdiği melankoli ve depresif ruh haliyle bir şeyler karaladığım defterimi buldum eski eşyalarımın arasında. Büyük hevesle açtım başladım okumaya. Tarih notları, Edebiyat şifreleri, Matematik, Kimya ve Fizik formülleri derken gözüme bir dörtlük ilişti. Aynen söyle yazıyordu.
Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
İçim kıpır kıpır oldu. Ne güzel bir şiir dedim kendi kendime ve bunu ben yazmış olmalıyım. Çünkü defterime alıntı bir şey yazmadığımı, ders çalışmaktan sıkıldığım zaman isyanımı bir şeyler yazarak anlattığımı çok iyi hatırlıyordum.
"Evet evet bunu ben yazmış olmalıyım.Ne de güzel yazmışım, biliyorum, aslın da yetenekliyim ama işte üstüne düşmüyorum "diye düşünüp iyice havalara girdim. Sonra eşime " Bak, ne güzel şiir yazmışım, bir de ruhsuz dersin bana" diyerek bir çalımla defteri uzattım. Eşim okudu şiiri ve bana dönüp "Hayatım, bu Ahmet Muhip Dıranas'ın şiiri. Hem ruhsuzsun hem cahilsin" dedi.
Hayatımın en büyük sükut-u hayaline uğradım. Üstelik ruhsuzluğum da tescillenmiş oldu, cahilliğimi katmıyorum bile. Ahmet Muhip Dıranas'ın şiirini kendi şiiri sanan ilk insan olarak tarihe geçtm sanırım.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş” şiiri, 1935 yılında yayınlanan “Otuz Beş Yaş” adlı şiir kitabında yer alan bir şiirdir. Şiir, şairin otuz beş yaşına girdiği zamanki ruh halini ve hayatına dair düşüncelerini yansıtır.
Şiir, şairin “Otuz beş yaşındayım, hayatımın yarısı geçti” dizesiyle başlar. Bu dize, şairin hayatının yarısını geride bıraktığını ve artık yaşlanmaya başladığını hissettiğini gösterir. Şair, daha sonraki dizelerde, hayatının geri kalanını nasıl geçireceğini düşünür ve çeşitli seçenekleri değerlendirir.
Şair, bir yandan hayatının geri kalanını sakin ve huzurlu bir şekilde geçirmek isterken, diğer yandan da hala büyük işler başarmak için zamanı olduğunu düşünür. Bu ikilem, şairin ruh halini yansıtır ve onu kararsız bir hale getirir.
Şiirin sonunda, şair hayatının geri kalanını nasıl geçireceğine karar veremez ve bu kararı zamana bırakır. Bu, şairin hayatın belirsizliğini ve insanın geleceğini kontrol edememesini gösterir.
“Otuz Beş Yaş” şiiri, Cahit Sıtkı Tarancı’nın en önemli şiirlerinden biridir. Şiir, şairin hayatına dair düşüncelerini ve ruh halini yansıtır ve insanın hayatının belirsizliğini ve geleceğini kontrol edememesini vurgular….
Şiirin temaları arasında şunlar yer almaktadır:
Yaşlanma
Ölüm
Hayatın belirsizliği
İnsanın geleceği kontrol edememesi
Karamsarlık
Umutsuzluk
İkilem
Otuz Beş YaşCahit Sıtkı Tarancı · Can Yayınları · 202011,5bin okunma