Seslenince ölüm en tiz çığlığıyla sessiz bir gecede
Ne kıymeti kalır sözde aşklarla donanmış hatırların
Kör talihle budanmış yaşamın
Hey KADIN
Ölüyorsun,
Bıçaklanıyorsun, yerlerde sürünüyorsun
Aşk bildiğin kesiyor çoğu zaman nefesini kendi eliyle
Sonra çıkıyor rahat aldığı nefesiyle cümle alem içine
Yine de susuyorsun, yine de akıllanmıyorsun
Hey ADEM
Bıçaklıyorsun, yerlerde sürüyorsun
Sırat, mahşer bilmiyorsun
Dün kestiğin nefes, bugün solumana sebep olanın aslında, önemsemiyorsun
Bir gün senin de başına geliyor, el sürüyor bir can'i ahbabının namusuna, kıyıyor oracıkta körpecik canına
O zaman namusunun farkına varıyorsun
Sonra ne zamanlara kaldık diye etrafta dolaşıyorsun
Sana bahşedilen o nefes var ya, sana farz herkese borç bildiğin o nefes; bir gün kesilecek, sanmıyorsun, görmüyorsun, bilmiyorsun.
Zaten sen her şeyi sonradan anlıyorsun, hep sonradan üzülüyorsun, sonradan pişman oluyorsun (!)
HEYHAT tüketiyorsun, tükeniyorsun.
Biraz edep yahu, biraz vicdan!!!
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak, günahım da yandı.
Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.
Büyük meselelerin küçük satır aralarıyız,
kocaman şehirlerin küçücük insanları
olduğumuz gibi…
Cüsselerimiz, gücümüz, nefesimiz
her bir şeyimiz küçük ama nedendir bilinmez,
her yeni gün ısrarla
bize kalmayacak bir Dünyadan,
bizi altına alıp ezip geçecek büyüklükte
kederler biriktiriyoruz.
En kötüsü de hepimiz,
tüm yan yana gelişlerimiz de bile yapayalnızız,
herkesin kendine ait bir girdabı var,
dön bak etrafına herkes hareket halinde
ama kimsenin bir yere vardığı yok, heyhat.
Sesli dinlemek için:
instagram.com/p/C0kRoE-NceL
Dönemin entelijansiyası tarafından büyük
övgülere mazhar olan bu seçkin eserin alametifarikası sadece on dokuzuncu yüzyıl Rusya’sının toplumsal açmazlarına değinmesi değil; aynı zamanda bu toplumun ortaya çıkardığı kişilik yapısının tasvirindeki ustalığıdır.Kırsaldaki derebeylik sisteminin çözülüşüyle başlayan sancılı süreç zat-ı muhterem
O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir yangını
"Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi" Cemil Meriç Jurnal
Kitabın ilk bölümünde bizi karşılayan Entelektüel Bir Otobiyografi bölümü bu sözle başlıyor. Bir fikir adamının kendini adadığı şeye, sözü ile kitaptan önce biz okurlar bilgilendiriliyoruz.
"Bu sayfalarda, hayatımın bütünü yani
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş,