Anılarımızda olumsuz bir yeri vardır Paris' in. Tanzimat sonrası dönemlerde Avrupa'ya giden yazarlardan, eylemcilerden çoğu Paris'te kaıarak, çıkardıkları dergilerle gazetelerle bizi uygarlığımızdan koparmaya, bizi Avrupalılaştırmaya uğraşmışlardır. Batılılara öykünmeyi "terakki" sanıyorlardı. Batı devletleri de, bunların çalışmalarını destekliyorlardı. Londra' da kalanlar, başka yerlerde kalanlar, oralarda çalışanlar da vardı. Kültürde yabancılaşma, ilkin, Fransız etkisiyle başlamıştı . Politik düzeydeki yabancılaşma ise, daha çok ingiliz etkisiyle oluyordu. Sonunda, ulusal birliğimiz parçalandı. Cumhuriyet döneminde Avrupa' da kalmış okumuşlanmrızın da, öncekilerden farkı yoktu: Ne görmüşlerse aynısın bizde de olmasını istiyorlardı; sanki bin yıllık uygarlrğımız hiç olmamıştı; Tarihimiz, utanılacak bir geçmişti; ne yapıp yapıp Batılılara benzemeliydik.
Belki de hiç onarılmayacak bir geçmiş bırakarak. Ve eh artık oğullarımın ve kızlarımın hayal gücüne sığınarak.
Reklam
"Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var. Çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar söze karışınca 'sen büyüklerin konuşmasına karışma' derler, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye özendirmelidir. Böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur hem de ileride yalancı ve iki yüzlü olmalarının önüne geçilmiş olur. Çocuklarımızı düşüncelerini hiç çekinmeden ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Onların temiz yüreklerinde, yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız. Bence bunlar, çocuk eğitiminde ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu yolladır ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve eksiksiz birer insan olurlar."
Olur mu Canım, Tüm Medeniyet Onlarda !
Bower şunları söylüyordu: “Komşularına ne kadar zengin oldukları ile böbürlenen bir ülkenin vatandaşları, kanlı paralarla beslediklerini gayet iyi biliyorlardı. Dünyanın en barışçı ulusunun saygıdeğer vatandaşları, eşi benzeri görülmemiş bir soygun yapıyorlardı. Her İsviçreli, ulusunun imajı ve refahını korumak için sahtekârlık yapmayı bir kültürel düstur olarak benimsemiş. İçgüdüsel olarak büyük kârların peşinde koşuyorlar. [Sadece İsviçreliler mi? / N. F.] Tüm İsviçre bankalarının tek hedefleri kendi çıkarlarını korumak. [Sadece İsviçre bankaları mı? / N. F.] İsviçre’nin bankacıları hepimizden daha açgözlü ve ahlaksız oldular. İsviçreli diplomatlar, örtbas etmeyi ve kandırmayı bir sanata dönüştürdüler. [Sadece İsviçre diplomatlar mı? /N. F.] İsviçre’nin siyasi gelenekleri arasında özür dilemek ve istifa etmek yer almıyor [Bizde var sanki…/N.F.] İsviçrelilerin açgözlülüğünün emsali yok. İsviçrelinin karakteri, basitlik ve ikiyüzlülükten oluşmuş. Medeniyet maskesinin altında hırçınlık gizli. Başka hiç kimsenin fikrine değer vermeyen katı bir egoist anlayış hâkim. İsviçreliler, William Tell’den bu yana ne bir kahraman, ne bir sanatçı ne de bir devlet adamı çıkartamayacak kadar garip bir sevimsizliğe sahipler. Ama soykırımdan kâr elde etmeyi iyi bilen sahtekâr Nazi işbirlikçilerini yetiştirmekte de üstlerine yok…”vs. vs.
Sayfa 110 - Kutadgu Bower, Nazi Gold, xv, 8, 9, 42, 44, 56, 84, 100, 150, 219, 304. Rickman, Swiss Banks, 219.Kitabı okudu
Onun hiç sevmez, sevmemek mümkün olduğu kadar sevmezdi. Raci o adamlardan biriydi ki dünyaya hiçbir şey olmamaya mahkum edilerek geldikleri halde her şey olmak isterler. Raci de en çok olamayacağı bir şey olmaya yelteniyordu:Şair…
Hitler'in gücü ele geçirmesi de aynı ölçüde hızlı olmuştu. O da muhaliflerine karşı olan tam anlamıyla acımasızdı. Ama fanatik ırkçılığı, Yahudiler, Slavlar ve aşağı kabul ettiği diğer pek çoklarına duyduğu tiksinti onu Stalin'le karşılaştırıldığın­ da bile emsalsiz derecede kötü kıldı. Hitler nefret ettiklerinden "haşarat" diye bahseder, onları merhametsizce ortadan kaldı­ rılması gereken birer "böceklenme" olarak görürdü. Tiksintisi öyle şiddetli ve hitabeti öyle güçlüydü ki görüşleri Alman top­ lumuna yayıldı, medeni yaşama daha önce veya sonra hiç gö­rülmmiş derecede zarar veren bir nefret salgınına dönüştü.
Sayfa 46
Reklam
1.000 öğeden 971 ile 980 arasındakiler gösteriliyor.