Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kriton - Ayrıca bana öyle geliyor ki Sokrates, sen doğru davranmıyorsun: kurtulman mümkünken, kendi kendine ihanet ediyorsun ve düşmanlarının senin başına getirmek için uğraşacakları, hatta seni yok etmek için uğraşmış oldukları şeyleri başına bir an önce getirmek için uğraşıyorsun. Bütün bunların üstüne, bence çocuklarına da ihanet ediyorsun; çünkü onları yetiştirip eğitmek elindeyken bırakıp gidiyorsun; senin yüzünden kim bilir başlarına neler gelecek? Onların da başına, kuşkusuz yetimlerin başlarına gelenler gelecek. Bu bakımdan ya çocuk sahibi olmamalı ya da yetişmeleri ve eğitimleriyle sonuna kadar uğraşmalı. Sense en kolay yolu seçiyorsun bence. Oysa erdemli ve yürekli bir insanın tutacağı yolu seçmek gerekir; hele bütün hayatı boyunca erdemle uğraştığını ileri süren bir insan olarak; şahsen ben, hem senin adına hem de dostların olan bizler adına utanıyorum; herkes sanacak ki, seninle ilgili bütün bu olaylar hep bizim korkaklığımız yüzünden oldu; düşmemesi mümkünken işin mahkemeye düşmesinin, duruşmaların aldığı şeklin ve işin gülünç yanı böylesine bir sonuca varılmasının bizim korkarak geri çekilmemizden ileri geldiğini düşünecekler; şu kadarcık bir yardımımızla bile olabilecekken bizim seni, senin de kendini kurtarmadığını söyleyecekler. Sonuç olarak bunlar hoş şeyler değil Sokrates; ve dikkat et, senin ve bizim için utanç verici de olmasın. Neyse şimdi karar ver, daha fazla düşünmeye zaman yok; şimdiye kadar düşünmüş olmalıydın: yapacak da tek şey var. Çünkü bu gece her şey olup bitmeli.Daha oyalanacak olursak, iş işten geçer. Ne olursa olsun beni dinle, ne diyorsam onu yap.
"İnsan,hedefe ilerlemeyi sever,ulaşmayı değil;şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu.İşin en hoş tarafı,insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır.İki kere iki dört formülü,yine de dayanılmaz şey doğrusu.Bana kalırsa iki kere iki dört,büyük bir küstahlıktır ve etrafa tükürükler saçan,elleri belinde,yol kesen bir külhanbeyinin ta kendisidir.İki kere iki dördün mükemmelliğine inanıyorum;fakat ondan daha üstün olduğuna inandığım şey,iki kere ikinin beş etmesidir."
Reklam
TARİHTEN SAHNEYE
"Tarihten sahneye getirilecek pek çok şey vardır: Birtakım kişiler, birtakım olaylar, birtakım sorunlar, birtakım düşünceler v.b Ama bana öyle geliyorki bütün bunları sahneye getirirken bir seçim yapmak zorundayız. Neyi getirebiliriz? Nasıl getirebiliriz? Tarihten çıkardığım iki oyunum var: Hürrem Sultan ile Tohum ve
Sayfa 12 - Milli Eğitim YayınevleriKitabı okudu
Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabii) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere iki dört cinsinden bir formül olan gaye değildir; zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır. Hiç değilse insan, bu iki kere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâ ürküyorum. İnsan bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmaz artık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. İşçiler işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye gider, oradan karakola düşerler; işte size en aşağıdan bir haftalık meşgale. Fakat bizler nereye gideriz? Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk hissedilir. İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten.
... bütün hoş bağlılıkların yaratıcısı ve babası olan Cupido, kör bir tanrı değil midir? O, çok kere çirkinliği güzellik sanmaz mı? Gene onun sayesindedir ki insanların hepsi sevdikleri şeyden memnundurlar; onun yüzündendir ki yaşlı bir adam, ihtiyar dostunu, bir delikanlının genç sevgilisini sevdiği gibi sever; bu, her yerde görülür, daima gülünç bulunur, fakat dostluğun bütün bağlarını yapan ve sıkılaştıran işte bu gülünçlüktür.
her aşk mi başında karşılıksız bir aşktır; birçoğumuz için ilk gençlik aşkları, uzaktan uzağa yaşanan platonik, alakasız hedeflere yönelmiş ve çoğu gerçekleşmeyen arzulardan ibarettir. Bu tür gençlik aşklanmn gülünç olmalarının yanı sıra takdire değer bir yönü de var: Ergenlik ydlannda uzak bir nesneye saplanıp kalmak suretiyle, belki de, bilerek veya bilmeyerek, geleceğe, koşullarımızın tamamen değişime uğrayacağı ve hayatımızın gerçekten başlayacağı günlere olan özlemimizi ifade ediyoruz. Çoğu zaman, odaklandığımız bu nesnenin tam da uzak olması, bilinçaltımızda bu özlem konusunda sabırlı olmamız ve arzularımızın gerçekleşmesi için beklemek zorunda olduğumuz olgusunu kabullendiğimizin de bir kanıtıdır. Arzuyu tanımlayan şey sadece nesne değil aynı zamanda aradaki engellerdir. Peki o zaman niçin bu tür deneyimleri hayatımızın daha ileri dönemlerinde yaşadığımızda hoş görmek bu kadar zor oluyor? Yoksa büyümenin doğal bir parçası saydığımız için mi bu tür duygulan çocuksu şeyler olarak görüp gözden ırak tutmak istiyoruz? Ya da artık karşılıksız aşkı inşam geliştiren bir duygu olarak görmememizde modem kültürün bir etkisi olabilir mi? Acaba izleyerek taciz etme saplantısı, karşılıksız aşkın bencillik, gereksinimlerden doğan bir zayıflık, temelde gençlere özgü bir duygu olması gibi bazı hakikatlerini açığa mı çıkartıyor, yoksa karşılıksız aşkı sadece bu tanım çerçevesinde düşünebilmemiz bizlerdeki bir yozlaşmaya mı işaret ediyor?
Reklam
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
Sayfa 334 - Ötüken
190 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.