Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsan,hedefe ilerlemeyi sever,ulaşmayı değil;şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu.İşin en hoş tarafı,insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır.İki kere iki dört formülü,yine de dayanılmaz şey doğrusu.Bana kalırsa iki kere iki dört,büyük bir küstahlıktır ve etrafa tükürükler saçan,elleri belinde,yol kesen bir külhanbeyinin ta kendisidir.İki kere iki dördün mükemmelliğine inanıyorum;fakat ondan daha üstün olduğuna inandığım şey,iki kere ikinin beş etmesidir.
Söylediğiniz şeyler yalnızca küstahça değil, aynı zamanda gülünç. Sizi böyle konuşmaya doğanızın mecbur ettiğini söylüyorsunuz. Gerçekten mi? Doğanız mı sizi mecbur ediyor? Çok hoş bir doğanız var. Sizin doğanız benim doğamdır ve ben doğam gereği size dostça davranıyorsam, sizin de bana aynı şekilde davranmanız gerekir.
Reklam
11/10
İnsan, hedefe ilerlemeyi sever, ulaşmayı değil; şüphesiz çok gülünç bir durumdur bu. işin en hoş tarafı, insanın daha doğduğunda gülünç olmasındadır. iki kere iki dört formülü, yine de dayanılmaz şey doğrusu. bana kalırsa iki kere iki dört, büyük bir küstahlıktır ve etrafa tükürükler saçan, elleri belinde, yol kesen bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün mükemmelliğine inanıyorum; fakat ondan daha üstün olduğuna inandığım şey, iki kere ikinin beş etmesidir.
beyaz geceler inanır mısınız, tek bir kadınla ne konuşmuşluğum, ne tanışıklığım var… Yalnız her gün karşıma bir kadın çıkmasını hayal eder dururum Böylece kaç kere aşık olduğumu bilseniz Kurşun suçluyu bulur Ama tutku, hele kıskançlık, tutkuların en güçlüsü değil midir? Kıskançlık gülünç şey suçtur! dostumsun, çocukluk arkadaşımsın. Zevk çiçeklerini birlikte toplar, sefahat dalgalarına birlikte atılırdık… ”Hep karımın yüzünden… Mutsuz bir insanım… Boyuna zehir içiyorum. Aşkın nasıl, ne ince bir duygu olduğunu bilirsiniz, kadınsınız çünkü Kah-kah-kah!.. Oh ne kadar mutluyum… Hepimizin dirlik, mutluluk içinde yaşadığımızı bilmek ne hoş, ne tatlı şey! Evcil hayvanları yola getirmek için dayak cezası birebirdir kabul edin ki, kıskançlık affedilmez bir tutku, hatta belaların büyüğüdür.
Zaten gülünçken, bu denli gülünç olmak hiç hoş değil.
“Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de arkadaş olmadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk erkekler kadar hodbin, kendini beğenmiş ve kibirli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları fark ettikten sonra erkekleri sahiden sevebilmem imkansızdı. En hoşuma giden ve birçok hususlarda bana yakın olan adamların bile, küçük vesilelerle, bu kurt dişlerini gösterdiklerini; her ikimize aynı derecede zevk veren beraberliklerden sonra, özür dilemeye, himaye etmeye çalışan, fakat aynı zamanda herhangi bir şekilde muzaffer olduğunu zanneden ahmakça bakışlarla yanıma sokulduklarını gördüm. Halbuki acınacak halde olan, zavallılıkları ortaya çıkan onlardı. Hiçbir kadın ihtiras halindeki erkek kadar zayıf ve gülünç olamaz. Buna rağmen bu hallerini kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır… Aman yarabbi, insan deli olur… Kendimde hiçbir gayri tabii temayül bulunmadığını bildiğim halde, bir kadına aşık olmayı tercih ederim. Korkmayın, zannettiğiniz gibi değil. Bir erkeği sevmem lazım geldiğine inanıyorum. Ama sahiden bir erkek… Hiçbir kuvvete dayanmadan beni sürükleyebilecek bir erkek… Benden bir şey istemeden, bana hakim olmadan, beni tezlil etmeden sevecek ve yanımda yürüyecek bir erkek… Yani hakikaten kuvvetli, tam bir erkek…”
Reklam
Romantizme karşı esas iddianame henüz mahkemeye sunulmuş değil: Güya romantizm, insan doğasının iç gerçeğini temsil etmekteymiş. Aşırılıkları, gülünç tarafları, bizi heyecanlandırabilmesi, cezbedebilmesi bütün bunlar romantizmin insanın içindeki gerçeğin dışarıdaki ifadesi olmasından kaynaklanıyormuş, ama olabildiği kadar görünür hale getirilmiş, somutlaştırılmış bir ifadeymiş bu; tabi olabilirliğin sınırlarını yazgıdan başka şeylerde belirleyebiliyorsa. Kafamızı karıştırmaktan başka bir işe yaramayan bu kandırmacalara gülüp geçen biri olarak ben bile kendimi kaç kez ünlü olmanın ne kadar hoş, pohpohlanmanın ne kadar güzel, bir başarı elde etmenin ne kadar heyecan verici olacağını düşlerken yakalamışımdır. Ne var ki kendimi o doruklara gerçekten tünemiş olarak göremiyorum bir türlü, aşağı şehrin sokakları gibi hep yanıbaşımda olan öteki benin kahkahası kulaklarımda çınlayıveriyor hemen. Şöhrete mi kavuşmuşum? Evet, muhasebeci yardımcısı olarak. Ünün doruklarına mı yükselmişim? Meğer bu da ola ola Rua dos Douradores’te olmuş, bürodakiler görüntüyü bozuyormuş. Dünya alem beni mi alkışlıyormuş? Alkışlar dördüncü kata kadar yükselip benim zavallı möbleli odanın kaba saba eşyasına, mutfaktan başlayıp düşlere kadar, dört bir yanımı saran, beni alçaltan tüm iğrençliklere çarpıyormuş. Bütün düşleri süsleyen o İspanyol büyükleri gibi, İspanya’da bir şato bile kurmuş değilim. Benim şatolarım iskambil kağıdındandı; kirli, yıpranmış, oynanıp takımı bozulmuş, bir daha kimsenin kullanamayacağı kağıtlardan; üstelik kendiliklerinden yıkılmayı bile beceremediler.
"Saygıdeğer karıncalar gözlerini yuvada açar, besbelli orada kaparlar; bu müspet ve sebatkar davranışlarıyla da büyük bir onuru hak ederler. Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabi) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya
190 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.