Maalesef Erasmus yapmakta olduğumdan 9 aydır elime tek bir kitap bile geçirememin hüznünü yaşıyordum. Fakat döndüğüm ve açılışı Dostoyevski gibi Rus Edebiyatı’nın ustalarından biriyle yaptığım için sevinçliyim. O yüzden incelememe bunları da eklemek istedim.
Belki incelemelerim körelmiş olabilir 9 ay kitapsız kalmış olduğumdan, yanlış bir şey söylersem bağışlayın. Zira incelemeleri kendi gelişimim için yaptığımı da belirtmek isterim.
Bu kitabı bir yıl önce alıp ilk başlarında bırakmıştım. Okudukça neden bıraktığımı anlayamadım. Sanırım geçen sene, klasik bir Rus edebiyatı girişini sıkıcı bulmuşum. Kitabın ilk başını diğer Dostoyevski eserlerine benzetip zaten kısa bir kitap diye bırakmışım sanırım fakat bu sefer, diğerlerinden farklı olduğunu söyleyebilirim. Diğerlerinden çok daha “hayalperest”ti bu kitap.
Aslında az çok sonun nasıl biteceği belliydi karakterlerin tavrından fakat yine de sonu içime dokundu resmen. Hele de ana kahramanımızın gözünde her şeyin birden değer kaybedip dünyanın griye boyanması detayı çok hoşuma gitti, keşke yazar o kısmı açıklamasaydı demiştim.
Sonuç olarak, Dostoyevski’nin kalemine ne denebilir ki? Özlemişim açıkçası, zaten kısa bir hikaye olduğundan da çok yorum bırakamıyorum, o yüzden şöyle bitirelim incelememizi:
“Ah, Nastenka şu anda duyduğum yalnızlığı bir bilsen!”