Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
...Üç nokta… Ya üç nokta… üç noktanın hikayesini hiç duydunuz mu? … “Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat açıklamaktan aciz kalır. Hiç bir harf ve hiçbir kelime üç noktanın ima ettiğini kucaklayamaz… O bunu biliyordu, askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki: “Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane
Sapasağlam görünüşlü insanlarımızın konuşulanların tümünü, bütünüyle anlamadıklarını, kelimeleri kullanma yetilerinin kaybolmuş olduğunu söyleseler de inanmamayı seçerdik. Büyük ihtimalle “konuşuyor işte” der geçiştirirdik. O yıllarda dilimize pelesenk ettiğimiz tepkiydi bu; “konuşuyor işte”. Söylenenlerden etkilenmemeye niyetli olduğumuzda kullanırdık, “konuşuyor işte”. Karşı tarafın ahmak olduğunu, boş konuştuğunu ima ederdi; konuşuyor işte. Uzun bir süre bende Devrim‟i öyle geçiştirmeye çalışmıştım, “konuşuyor işte”. Adetti, babalar çocuklarını, çocuklar babalarını, öğrenciler hocalarını, avukatlar hâkimleri, milletvekilleri bakanları, muhalefet iktidarı, doktorlar hastaları, hepimiz hepimizi böyle geçiştirirdik, “konuşuyor işte”. “Konuşuyor işte” bizi geçmişimizin hâsılatından yalıtan barbar Avarlardan bu yana en masum vahşeti güle oynaya benimseten fesadın parolası oldu. Medeni dünyadan sürülmemizle sonuçlanan toplumsal cinnetin özeti…
Reklam
550 syf.
10/10 puan verdi
Proust ilk kitapta Swann'la o kadar yakınlaştırıyor ki insanı Sodom ve Gomorra'da baş karakterimizin yaşadıklarını sürekli Swann'ın yaşadıklarıyla karşılaştırıp durdum.İkisi de sosyete tarafından sevilen kişiler,tutkuları doğrultusunda sürekli kafalarını kurcalayan sorularla kendilerine ızdırap çektiriyorlar(Swann bu konuda haklı olduğunu görüyoruz zaten) ve en çok benzerlikleriyse ikisi de arzuladığı kadınların kendilerini en baştan onlara verebileceklerini ima ederken uzun süre boyunca bu arzularını karşılarındaki kadınlara söylememiş olmaları. Olayların gelişme hızlarından mıdır(?), yoksa seriyi tam anlamıyla hissettiğimden midir(?) bilinmez.Serinin en rahat okuması oldu.
Sodom ve Gomorra
Sodom ve GomorraMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20201,374 okunma
Takvanın en önemli ve temel işlevi insana doğru bir şekilde kendini inceleme ve doğruyu yanlıştan ayırdedebilme kabiliyet ve gücünü vermesidir. Bir şahıs bu şekilde kendi kendisinin röntgenini çekmek (self x-raying) kudretine erişebildiği ölçüde hatadan/günahtan ve onun "ben"i tahrib eden (self destructive ) neticelerinden "korunma" imkanına kavuşur. Fakat, şu da ifade edilmelidir ki, takva kavramıyla ima edilen bu "kendini inceleme (nefis muhasebesi) " hiçbir zaman kendini herşeyden masum görme anlamına gelmez. Tam aksine; takvanın anlamının ayrılmaz bir unsuru şudur: Bir insan davranışlarını düzenlemek için kendini mümkün olduğu kadar nesnel şekilde nefis muhasebesine çekse de, hiçbir zaman doğruyu seçtiği hususunda garanti yoktur. Eğer bu nefis muhasebesi tek başına yeterli olsaydı, hümanizm mükemmelen işler ve böylece "aşkın"a ihtiyaç kalmazdı. Fakat, insanların vicdanlarının ne kadar subjektif olabildiğini biliyoruz. İşte takva bizzat bu aşkınlığa işaret eder; zira onun ima ettiği şey, her ne kadar seçim bizim, çaba/fiil de bizimse de; bizim yapıp etmelerimiz hakkındaki nihai ve gerçekten nesnel değerlendirme bizim değil "Allah'ın yetkisindedir ". Kurana göre insanın en büyük düşmanı, yani en büyük şeytan, onun kendi kendini kandırması ya da kendi nefsini aldatmasıdır (self deception). Heva (çoğulu ahva:insanda derinden kökleşmiş ve teşhisi zor arzular) ve umniye (çoğulu emanin: insanın emniyet içinde olduğu vehmi/kuruntusu) terimleri Kuranda son derece sıklıkla geçer. Muhtelif defalar, Peygambere dahi, vahyin onun arzularını hesaba katamayacağı söylenmektedir.
Aşıkken oyun nedir bilmem ben Sevaçya. İçimden geldiği gibi davranırım. Naz etmem, doyasıya severim. İma etmem, doyasıya kavga ederim. Biliyor musun bazen bu halimle kendimi başka bir gezegenden gelmiş gibi hissediyorum...
Leyla'nın Ölümü Yolunu şaşırmış Mecnun ordan oraya koşturup giderken biri ona, "Leyla öldü!" deyiverdi. Mecnun bu kara haber üzerine derhal durdu ve ellerini açıp şükretti: "Hamd olsun Allah'ıma!.." Bu sefer adam çok öfkelenip bağırdı: "A aklı ve hayatı darmadağın olmuş zavallı! Hem onun için yanar hem de neden böyle söyler, ölümüne sevinirsin?" "Ben iyiliğini isteyip dururken o ay yüzlüden bir fayda elde edemedim.Bari kötülüğünü isteyen de bir şey elde edemesin!.."
Reklam
Çocukluğumuzun ay dedesi dalların arasından göz kırparken üşüyerek uyandım. Bir yıldız sağanağı aktı geçti. Seyyah pirimizin şefaat dilerken dili sürçüp, "seyahat Ya Rasulallah" dileğine mazhar oluyordum yeniden, sırtüstü uzandığım yerden bunları düşündüm. Yaktığım ateş sönmüştü. Kıvılcımların çatırtısı hayatın sürdüğüne dair içimizi ısıtacak bir şeylerin daha olduğunu ima ediyordu...
"O gözlerde gördüğüm her şeyi açıklıyordu.Neden uzak durduğunu , neden veda etmeye geldiğini.Sadece bende uyandırdıklarını açıklayabilirim.Her kadına yaşamında en az bir kez böyle bakılmalı.Baskı altında tutulan bir arzuyla , biçim değiştirdiği ve okuduğu şiirlerde mısralarda olduğu gibi bir armağan bir bağış halinde eridiği için saf duyguların ötesine geçen bir aşkla.Yüzümün kızardığını hissettim ; bu ima dolu bakışlar dalga dalga bedenimin her gözeneğini , her hücresini kapladı.Seviliyordum.Güzelliği hissettim o ana kadar farkında olmadığım , etrafımdaki güzelliğin içimdeki her şeyi canlandırmasıyla aniden su yüzüne çıkan kendi güzelliğimi..."
Çünkü bu politikanın sonucu olarak biz Erkekler, bir tür iki dilli, daha doğrusu iki zihinli varlıklar haline geldik. Kadınlarla, gerçekte var olmayan ve yalnızca Kadınca coşkuları denetlemek amacıyla uydurulmuş " ask ", "görev", "doğru", "yanlış", "acıma", "umut", ve bunlara benzer daha baksa akıldışı ve duygusal kavramlarla konuşuruz; ama kendi aramızda ve kitaplarımızda bambaşka kelimeler ve deyimler kullanırız. "Ask" o zaman "çıkar" beklentisi olur; "görev", "ihtiyaç" veya "liyakat" olur ve diğer sözcükler de buna benzer bir değişim geçirir. Dahası, Kadınlarla, onların cinsiyetlerine çok büyük bir saygı duyduğumuzu ima eden bir dille konuşuruz ve Bas Daireye kendilerine duyduğumuz kadar sofuca saygı duymadığımıza tamamen inanırlar; ama arkalarından -gençler dışında hepimiz- onları "kafasız organizmalar" olarak görür ve çekiştiririz.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.