Dünyanın kudurmuşluğu karşısında nasıl olup da delirmediğimize, nasıl olup da hayata bir önceki günkü gibi devam edebildiğimize şaşırıyorum. Nasıl oluyor da o sınırı aşmadan durabiliyoruz? Schweblin’in karakterleri ya sınırda, ya da sınırın öte tarafında. Deliler, derin unutuşlara bırakmışlar kendilerini. Ya koparmışlar makul olanın zincirini, ya da dişleri o zincirde, bir parça daha kalmış hani, sallanıyorlar ucunda.
Çocuğunu yitirmek gibi düştüğü yeri yakan, yaktığı yerin bir daha yeşillenmesine izin vermeyen acılar var bu kitapta. Kaynayıp duran, içimizin serinlemesine izin vermeyen suçluluk hissi var. Kenarları koyu karanlıktan dikili unutuşlar var. Eril şiddetin gölgesi altında gözünü sımsıkı kapatan kadınlar, hep başkalarının olan güzel evlere öfke duyan, evlerinin önündeki kusursuz çimenleri çiğneyen yoksullar ve kendi evinin içinde hıçkırıklarını kutulara doldurmaya çalışanlar.. İnsanlar, hayatla aralarında eprimiş bir pamuk ipliği..
Schweblin’in karakterlerinin yaşadığı muhite adım atmak istemezsiniz. Lola kapınızı çalsın istemezsiniz. Hendeğe düşen çocuğun bir daha asla içemeyeceği toz çikolatadan nefret edersiniz. Olmak isteyebileceğiniz son yerdir burası. Ama elinizden bırakamazsınız kitabı. O insanların dünya ağrısına eşlik eder, onlarla nefessiz kalır, onlarla o yarım kalan cümlelerin tamamlanmasını bekler durursunuz, gözünüz üç noktalarda.
-İnsan bir şeyi kaybedince...
-Evet…..
-İnsan bir şeyi kaybedince…
-Lütfen, söyleyin.
-Nasıl desem…
#emrahimre nin özenli çevirisi