Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir gün ashaptan Abdullah b. Câbir (r.a), “Ya Rasûlallah!” dedi. “Bana, Allah’ın her şeyden evvel uarattığı şey nedir, söyler misin?” Şu cevabı verdiler: “ Her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, Kendi nurundan yarattı. Nur, Allah’ın kudretiyle dilediği gibi gezerdi. O zaman, Levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.”
Orhan Veli "dile vurgundur", Türkçenin her iklimine vakıf. Çingene kızı gibi fal bakabilir, balıkçılar gibi sayabilir ne varsa denizin altında, denizin üstündeki rüzgârları da anar isterseniz tek tek. Kalem efendisi gibi de konuşur bıçkın delikanlılar gibi de. Türküleri yöre ağzıyla okur dahası ayak üstü Karagöz de oynatabilir. "Huu" diye dalar arkadaşlarının arasına Karagöz edasıyla. Şaşırtmayı sever insanları. Herkesin unuttuğu tarihleri o hatırlar. Bütün tanıdıklarının telefon numaraları hafızasındadır. Melih Cevdet Anday'a soracak olursanız, üç yüz baharat, altmış kadar balık adını söyleyebilir arka arkaya. Ankara'da gittiği lokantalardaki bütün garsonları adlarıyla tanır. Kundura boyacılarına isimleriyle hitap eder. Kalem tutuşu da kendisine hastır merhaba deyişi de. Tarancı'ya göre "Kâmil İnsan"dır, Sait Faik'e göre "Çelebi."
Reklam
Müthiş an;
Ramazanın on yedinci pazartesi günü, Allah'ın Resûlü Hira dağındaki mağarada.. Bir gece evvel rüyalarında muazzam bir şekil, bir heybet, bir sûret, bir edâ, bir ışık, bir renk görmüşlerdir. Bu <<Na-mus-ül - Ekber>> sıfatlı Cebrail'dir. Büyük ve sultan meleklerden bir tanesi.. Pazartesi günü mağarada murakabe ve ibadetin en derin anında, Allah'ın sevgilisine dünya ve madde perdesinde görünüverdi. İnsanoğluna mahsus olmayan ufukların ötesindeki bu manzara karşısında ne hâle gelmiştir? Birdenbire gökler bir perde gibi açılır ve arkasından sonsuzluk âleminin kadrosundan bir şahsiyet, bütün madde tezahürlerini yakıp kül edici, cisim üstü bir cisimlenişle görünüverirse insan ne hâle gelir? Melek o ânâ kadar öteler âlemini tanımayan fakat bütün alemlerin tacı ve efendisi olarak yaratılmış bulunan peygambere hitap etti. - İkrâ (oku).. Âlemlerin Fahri dehşetler ve haşyetler içinde cevap verdi: - Ben okuyucu değilim. Ne okuyayım? Sultan Melek ilerledi. Allah"ın Resûlünü kucakladı, kuvvetle sıktı ve sonra bırakarak tekrar etti. - Oku! Ve kendisinden yine aynı cevabı aldı. Bu hâl üç kere tekrarlandıktan sonra Melek, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği ilk ayeti, başından sonuna kadar okudu. - Oku! Rabbinin ismiyle başlayarak oku! O Rabbinin ismiyle ki, insanı uyuşmuş kandan yarattı. Kalem vasıtasıyle insanlara ilim veren, bilmediği şeyleri öğreten ve yaratmak yalnız kendisine mahsus olan Kerem Sahibi Rabbinin ismiyle oku!
Bir gün ashaptan Abdullah b. Câbir (r.a.) “Ya Resûlallah!” dedi. “Bana, Allah’ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?” Şu cevabı verdiler: “Her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, Kendi nurundan yarattı. Nur, Allah’ın kudretiyle dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.”
Bir gün ashaptan Abdullah b. Cabir (r.a.), "Yâ Resûlallah!" dedi. "Bana, Allah'ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?" Şu cevabı verdiler: "Her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, Kendi nurundan yarattı. Nur, Allah'ın kudretiyle dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı."
Reklam
Allah'ın İlk yarattığı şey
Cabir ra'dan; ben Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e Allahu Teala'nın yaratmış olduğu ilk şeyi sorduğumda; "Ey Câbir! O, senin peygamberinin nuru- dur! Allah önce onu yarattı, sonra bütün hayır- ları onda yarattı, her şeyi ondan sonra yarattı. Onu yarattığı zaman (manevi) yakınlık maka- mında huzurunda onu oniki bin sene
“ beni zora gelmez çıtkırıldım kalem efendisi mi sanıyorlardı ne?”
Ömer Hayyam
"Eğer kalem bir şey yazmışsa, senin ya da benim düşüncelerimle değişmez."
Sayfa 290Kitabı okudu
Ağzımda damla damla mısralar sızlıyor, hemde hiç durmadan elimde olmadan; dinleyenler şair olduğuma kanat getirebilir ; evet kelimeler ülkesinin sultanı !Ama işin aslı, bu şiirler bana ait değil .Ben sadece harfler için bir vasıtayım . kelimelerin emredildiği gibi yazan bir hokka, divit, kalem misal; üflenen ezgiyi çalan bir ney misali, ben sadece bir aracım.kendi payıma düşeni yapıyorum .Ben kelimelerin efendisi değil sadece gönül katibiyim .Gönlüme ne fısıldıyorsa onu yazıyorum.Ama fısıldayan ben değilim.GÖNLÜ GENİŞ VE RUHU GEZGİN SUFİ
Reklam
Ömer Nişabur Yolucusu
Ali hoca eline bir kalem ile pek ender bulunan beyaz bir kağıt aldı. "Bana çok açık görünüyor ki" diye yazmaya başladı, "talebem Ömer Hayyam yetenek olarak Bağdat'lı Hoca'ya eşittir. Benim bilmediğim bir sırrı var ve onunla problemleri çözümüne ulaşıyor. Bu bilgiyle ne yapacağını söylemek imkansız, çünkü, muhayyilesinin esiri olmuş. Kendisine bencileyin değersiz Ali'den daha sadık bir köle bulunamayacağını senin de gayet iyi bildiğin hamimiz için belki de yararlanabilir olan bu bilginin. evimde geliştirilmiş olmasına dua ediyorum."
bu ikiliye bayılıyorum
"Düşünüyorum da..." diye söze girdi Crowley. Sözlerine devam etmeyince birkaç saniye sessizlik oldu. Halt başını iki yana salladı"Maalesef bu tarihi anı kaydetmek için kalem kağıt getirmedim yanımda."
En aşağı üç asırdan beri sarp kayalara çarpa çarpa harap olan maarif gemimiz, bugün kırık dökük bir tekne gibidir. Ancak büroya memur, eski tâbiriyle kalem efendisi yetiştiriyor. Bugün talebelik artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıdır.
Bence çalışan bir adamın asgari gereksinimi kendine ait, kapısını kilitleyip eşyalarıyla birlikte güvende olacağı bir odadır; orada oturup pencerenin yanında bir şeyler okuyabilmeli yahut dışarı bakabilmelidir; canı ne zaman isterse buraya gelip gidebilmelidir; sırtında ve cebinde taşıdıklarından öte birkaç şahsi eşyayı burada toplayabilmelidir; duvarlara annesinin, kız kardeşinin, sevgilisinin, bale dansçılarının, buldogların ya da gönlünden ne geçiyorsa onun fotoğrafını asabilmelidir - kısacası, şu dünyada kendisinin olan bu tek yerde şunu söyleyebilmelidir: "Burası bana ait, benim kalem; dünya kapımın eşiğinde biter; buranın hakimi, efendisi benim." O zaman bu adam, daha iyi bir vatandaş olur; işini de daha iyi yapar.
Sayfa 151 - 5. Baskı, 2021 İstanbul, İletişim YayınlarıKitabı okudu
Demokratik bir müessese
Tekkeler kendi zamanında halkın içtimaî kulüpleri idi. Yalnız mabet değil, mektepti. İnsanların birbirini tanıması, sevmesi, ruhtan ve gönülden kaynaşması için çatısı altında her sınıf halka yer verilmişti. Rütbe ve unvan farkı gözetilmiyordu. Vezir ve müşir ile daire müdürü, mümeyyiz, herhangi bir kalem efendisi, odacı, kapıcı, hatta mahalle bekçisi, aynı minder üstünde dizdize oturuyordu, aynı sofrada yanyana bir kaptan yemek yiyordu. O devirde havas ile avâmı birleştiren bu kadar demokratik bir müessese hiç bir yerde kurulmamıştı, görülmemişti.
174 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.