"Dostlarım ve yoldaşlarım, dini kurumuş olduğu halde inançlara boğulmuş olan millete yazık!
Yazık o millete ki, dokumadığı şeyi giyer, ekip biçmediğini yer, hasat etmediği tohumun ekmeğiyle beslenir, kendi cendersedinden çekmediği bir şaraptan içer.
Yazık o millete ki, zorbayı bir kahraman gibi alkışlar ve gösterişli fatihi hayırsever sanır.
Yazık o millete ki, rüyasında küçümsediği tutkuya uyanıkken boyun eğer.
Yazık o millete ki, sesini sadece cenaze törenlerinde yükseltir, sadece yıkıntılar arasında kibirlenir ve sadece boynu kılıçla kütük arasındayken başkaldırır.
Yazık o millete ki, Devlet adamı bir tilki, filozofu hokkabaz, sanatı yamama ve taklit sanatıdır.
Yazık o millete ki, yeni hükümdarını da sesleriyle karşılar ve bir sonraki hükümdarını da borazanlarla karşılamak için, onu yuhalayarak uğurlarlar. Güçlü adamları henüz beşikteyken, bilgeleri yıllarca susturulan o millete yazık !
Ve her parçası kendini bir millet sanan, o bölünmüş millete yazık !"
Bir çocuk yetişkinlerin açığını ilk kez yakaladığında -yetişkinlerin ilahi zekaya sahip olmadığı, kararlarının mutlaka akıllıca, düşüncelerinin doğru ve hükümlerinin adil olmadığı o küçücük ciddi kafasına ilk kez dank ettiğinde- dünyası başına yıkılır, paniğe kapılır. Tanrılar devrilmiş, güvenlik kalmamıştır. Tanrıların devrilişiyle ilgili kesin olan bir şey varsa o da şudur: Azıcık yamulmazlar, ya çarpıp parçalanırlar ya da yeşil çamurun dibine gömülürler. Onları tekrar ayağa kaldırmak meşakkatli iştir; eskisi gibi parlamazlar asla. Çocuğun dünyası da eskisi gibi kusursuz ve sağlam olmaz bir daha. Sancılı bir büyüme evresidir.
Yalnızlık ağaçlardan kuşlardan gelmiyor
Otlar böceklerle, bahçeler bulutlarla
Dört mevsimin masalını söylüyor
Sular kederlenmiyor kimsesiz akıyorum diye
Balıklar denizin yedi renkli turnası
Toprağın taşa borcu yok, gülün bülbüle nispeti
Kediler sokaklarda birer güneş salkımı
İğde kokuları,erik şıraları, ceviz boyaları...
Ey gövdesini aklının çarmıhında unutanlar Yalnızlık bizden yayılıyor dünyaya
Ağzımızda kan pıhtısı arzular
Topuklarımızda uzakların kararan çanı
Duvarlara gömüyoruz var oluş ayetimizi.
Parmaklarının kandilleriydi
Sabah diye boşluğa saldığım rüya
Boncuklu cümlem
Güzel söz yetmiyor taşın çiçeklenmesine
Başlıyor başkalarının zamanı
Alnımda gökyüzü hecesi bir kırık mavi
Kapatıyorum bütün pencerelerimi.
2014
İnsan, madde plânında, kazandığı para nispetinde hürdür. Çalışmanın sermayeye, çalışanın çalıştırana esir olduğu bir dünyada iktisadî hürriyet, sadece, sermayenin hürriyeti demektir.
-İlerleme, kendimizi avutmak için uydurduğumuz bir kavramdır! Hayat, akıldışıdır ve anlamdan yoksundur. Kölelik olmadan ilerleme de olmaz. Çoğunluk, azınlığa baş eğmedi mi, insanlık durduğu yerde durur. Hayatımızı basitleştirmek isterken karmaşıklaştırıyor, işlerimizi kolaylaştırmak ve azaltmak isterken zorlaştırıyor, çoğaltıyoruz. Fabrikalar, makineler yalnızca yeni makineler ve fabrikalar yapmak içindir ve bu aptallıktan başka bir şey değildir. İşçi sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. Oysa gerekli olan yalnızca köylüdür, yani buğdayı üreten! Çalışarak topraktan alınacak biricik şey, buğdaydır. İnsan ne kadar az şeyle idare ederse, o kadar mutlu olur; istekler, ihtiyaçlar çoğaldıkça, özgürlük azalır.
Verdiğin her kederin yüreğimde yeri var
Hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır
Hangi aynaya baktıysam seni gördüm
Gel desen gelemem
Git desen gidemem
Öl desen kanım akmaz
Anladım artık seni sevmek yüce bir şey
Anladım seni sevmek Tanrı'ya yaklaşmak gibi
" İnsan olabilmek bambaşka bir olgu. Şans, cesaret istek gerektiren bir olgu, özellikle dünyada başka hiç kimse yokmuş gibi yalnız kalabilme cesaretini gerektiren bir olgu..."
"İnsanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan gerçeği kavradığı için utanıyor-işte gerçek önümüzde. Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar. "
Tıpkı bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı oldum; pergelin diğer ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Her yüksek eyvandan bir köşe her viran tekkeden bir kırıntı belleyip İstanbul'a döndüm.