Bir "kayıplar süreci" yaşadım. Her şeyden önce dilimi, benim için kutsal olan varlığımı, Albert Camus'un deyimiyle anayurdumu kaybettim. Dilin birden gereksiz, anlamsız, külfetli bir varlık oldu. Beni koruyan, ifade eden, bana güç ve güven veren varlık olmaktan çıktı. Kendimi ifade edemez oldum. Dilimle birlikte benliğimi, kimliğimi yitirdim. Ben, Ben olmaktan çıkıp, ne olduğu bilinmeyen, uzaklardan gelmiş, yardıma muhtaç, "bir yabancı, bir göçmen" oldum. Bana çok yabancı olan istemediğim, arzulamadığım bir "yabancılar kategorisinin" üyesi, merkezde değil, preferide, yaşayan bir toplumun mensubu olmaya başladım. Yaşamım, deneylerim, düşüncelerim birden anlamsızlaştı, değersizleşti. Uğruna büyük tehlikeleri göze aldığım, cezaevlerinde yattığım idealim banal, hiçbir şey ifade etmez hale geldi. Niye cezaevlerinde yattığımı anlamakla çok büyük zorluk çektim. Niye yeni ülkeme geldiğimi anlatmaya çalışırken utandım? Benim için çok açık ve tartışılmaz olan diğer yargılarımı yitirdim. Yeni ülkemde ve bu değer yargılarının geçerli olduğunu gördüm. Mesleğimi yitirdim. Her insan için çok kutsal olan vatandaşlık hakkımı yitirdim. Serbestçe dönebilme ve ülkemde yayınlanabilme hakkımı yitirdim. Yakınlarımın, dostlarımın ve çevrenin sevgisini, Beni anlayan bakışlarını, beni destekleyen, bana güç veren sıcak sözcükleri yitirdim. Çocukluğumun geçtiği evimizdeki nar ağacı tohumlarının renklerini, şeftalinin tadını, her bahar bizi ziyarete gelen kırlangıçların sesini yitirdim.