Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.30
Kübra Odabaşı
Kübra Odabaşı
@kbrdbs
Film, kitap, kahve, uyku, yaşam tutkunu mühendis.
instagram.com/kitabindansi
mühendis
Lisans
832 okur puanı
Ocak 2018 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Irvin Yalom' un her okuduğum kitabı, yarım kalmış bir duygunun daha da tamamlanması deneyimi oluyor benim için.
Julius, kanser hastası olduğunu öğrenen bir psikolog. Mesleği gereği bu durumları yaşayan çokça da hastası olmuştur. Ancak insanlara olması gerekenleri söylerken kimse kendisinin yaşayacağı bir durum olacağını düşünmüyor.
Ölüm hep kendi dışımızda olur ve süregelir sanıyoruz. Sonsuzluk yaşamı hissi içinde, gündelik kısır döngülerle törpülenip gidiyoruz. Bir an geliyor ve diyoruz: 'Yaşam sonludur.''
Kitap Shopenhauer' un alıntısıyla başlar: ''Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten kaderimiz olmuştur...'' Kitabın konusu da dahil nasıl da etkileyici dehşette bir giriş.
Karakterin -psikolog Julius- kanser olduğunu öğrendiği, günübirlik hayatının kaldığı ve kalanın nasıl yaşaması gerektiğine olan sorgulamaları, giriş cümlesi itibari ile kesinlikle sade ve bir o kadar da etkileyici, tamamlayıcı olay örgüleri, yaşama arzusu ve sonlar.
'Ahraz' ilk sayfasından itibaren içine alan, mitolojik anlatımı ve betimlemeli satırlarıyla etkileyici bir kurgu. Kalıplaşmış bir konu ve sıradan anlatım tarzının olmaması kitabı daha da çekici kılıyor.
Toplumun kendi hayali duvarlarını ördüğü ve kalıplarıyla dışarıda bıraktıklarından, dışladıklarından birisi, doğumu ve yaşamı, çatısı gökyüzü olan bir teknede süregelen; Adile. Ve ardından oğlu İsrafil aynı kader, yalnızca sesler eksik.
Sessizliğin anlamını bilen, sesleri bilen, kaderi 'ahraz' olan Yusuf. Üç ana karakterin etrafında geçen iç dünyalarını yansıttıkları hayatlarını okuyoruz.
Toplumun bencillikleri ve kendilerini korunmuş hissettiği aslında hapsolduğu ve yıkımlarına sebep olan sığ kalıplar, görüş ve düşünceler.
Kitabı okudukça düşündüğüm, geçmişte olup günümüzde de değişmeyen ve değişmeyecek olan; düşüncelerin gerçeklere 'ahraz' -sağır ve dilsiz- olduğu toplum.
İnanmak istediklerini görmek, olmak istediklerine inanmak ve bunları yaşamak için cesaret.
Tam da Don Quijote' nin çılgın cesareti. Saf, dürüst, sadık silahtarı Sancho Panza' nın inancı. Hayallerindeki sevgili Dulcinea del Toboso' ya duyduğu ve düştüğünde cesaretini güçlendiren aşkı. Ve ezeli dostum dediği atı Rocinante.
'Mahsun Yüzlü Şövalye' Don Quijote ve silahtarı için yoldan geçen her şey, duyulan her ses bir macera. Çılgın ve olağandışı maceralarını, akla gelmeyecek düşüncelerini okurken Cervantes' in anlatımına hayran olmamak elde değil.
1605 yılından günümüze kadar Don Quijote, Cervantes Saavedra' nın sözcükleriyle seslenir bize: ''Gelecekte hatırlanmak üzere tunca kazılmaya, mermere oyulmaya, tablolara resmedilmeye layık kahramanlıklarımın yayımlandığı yüzyıl, ne mutlu bir çağ olacak...''
Coşkulu, zaman zaman buruk bir his, gülümseten ve çoğunlukla şaşkınlık veren, lezzetli anlatımıyla tam bir baş yapıt.
Okur Takip Önerileri
Yalnızlık.
Tamamlanmışlık.
Karanlık.
Gidişler, kalanlar, bekleyiş
ve
Umutlar.
İstek.
Çelişki.
Övgü.
Zaman ve hayatlar,
Okuyor
ve
dokunuyoruz
hislere,
her bir satırla.
Unamuno' yu en çok düşündüren sorunları, kitap kahramanı Agusto Perez' in yaşadıklarını okudukça daha da sorgulayıp, anlamaya çalışıyorsunuz.
Nereden geliyor, nereye gidiyorum?
Nedir hayatın anlamı?
Yolun götürdüğü gayeler nedir?
İnsanın hayatı anlamaya, özüne erişmeye, çözümsüzlüğü atlamaya çalışma düşüncesi vardır.
Agusto Perez' in yaşadıklarını, acılarını, aşkını, umut ve yıkılışlarını okurken her birimizi buluyoruz.
Edebi düşünce, altı dolu dolu karşılıklı diyaloglar o kadar güçlü, can alıcı ve düşündürücü ki.
Sorgulama ve arayış, boşlukları, zihni, hayata bakışı, anlamsızlığı algılamaya iten bir yazar.
Hayatla mücadele, benliğini, ruhunu sorgulama, öfke, arzu, sevinç, kayıplar, hükmetme isteği her şeye. Tüm bunların çevrelediği hayat dediğimiz, yaşadıklarımızdan oluşan, arada sırada dağılan ama hep var olan 'sis'.
Geleneksel hale gelen bir partide; dans, müzik, eğlence eşliğinde karşılıklı konuşmalar kitabın büyük kısmını oluşturuyor. Konuşmalar ki vurucu, güncel ve geçmiş konular, sosyal yapı, insan ilişkileri gibi konularda eleştirel ve yapıcı diyaloglar.
'Düşüncelerle işkence edilen bir çağda yaşıyoruz.''
Kitabın asıl düşündüren kısmı partide de olan çiftlerden Gretta' nın çalan müzikle anımsadığı geçmişte olan zamansız, erken olan bir 'ölüm'. Eşine de yansıttığı bu duygu durumu ile kendisinin ve eşinin değişim geçirdikleri duygusal biçim.
James Joyce betimlemeli ve yalın anlatımıyla insani duyguları, kısacık metinlerle, bu uzun öyküye sığdırıyor.
Hepimiz birer gölge haline gelir ve 'bir zamanlar ölülerin büyüdüğü ve yaşadığı somut dünya' da, bizler de anılara ve 'ölülere' dönüşürüz.
Soneler, Shakespeare' in tiyatrolar için yazmış olmadığı çalışmalardır.
1590-1600 yılları arasında veba yayılmasını engelleyebilmek için tiyatrolar bir çok kez kapatılmıştır. Tiyatroya oyun yazıları yazan Shakesperae de bu dönemi uzun şiirler yazarak geçirmiştir. 154 soneden oluşan kitap 1609 yılında ilk kez yayımlanmıştır.
''Hiç kimse inanır mı şiirime ileride
Yazarsa baştan başa senin gerçek övgünü?''
Tanrı bilir şiirim varlığım gizler de,
Şimdi bir mezar gibi örter eşsiz yüzünü.''
Shakespeare' in okudukça düşündürten Soneler' i halen çözümlenemeyen tartışmalı, cevaplardan çok sorularla dolu bir çalışmasıdır.
Soneleri okurken acaba, Ozan' ın söylevlerini mi Shakespeare' in özünden gelenleri kendinden olanları mı okuyorum ki diye düşünüyorsunuz. Büyük bir çoğunluğu 'Sarışın Genç' erkek. Şairin ona karşı duyduğu sevgiyi dile getirdiği, zamanla farklı olaylar, kıskançlık ama her şekilde süren sevgi. Güzelliğine, gençliğine övgü dolu mısralar. Zamanın güzelliği değiştirdiğini, acımasız ve durdurulamaz etkisini, şeylerin geçiciliğini çok kere okuyorsunuz mısralarda.
''Kimse karşı koyamaz Zamanın tırpanına.''
Sonraları 'Esmer Kadın'. Kendi kendine işkence dolu mısralar.
Gücü dört yüz yıldır süren şiir denemeleri; eşsiz 'Soneler'.
Yazımı on iki yılda, yayımlanması yazımından yirmi altı yıl sonra olan bir şaheser.
Zekice kurgulanmış, ilgi uyandıran, toplum eleştirisi, öykü içinde öykü, merak, heyecanla okunan satırlar, lezzetli bir anlatım dili, hikayeler arasında harika geçişler, tarihsel dönem olaylarına atıflar derken tam bir şölen içinde buluyorsunuz kendinizi.
Moskova ve Kudüs' te ayrı ayrı başlayan olay ve örgüler sonradan birleşen ayrı bir öyküyü oluşturuyor. Tüm bunların yanında fantastik kahramanlar, kara mizah karşılıyor bizleri.
Bulgakov bize; ''İzle beni, okur!'' diyor ve büyüsüne kapılıp gidiyorsunuz kurgu dehasının. Gerçekten de okuyor mu yoksa Bulgakov' un seslenişiyle gerçeküstü olayları okurken izliyor muyuz. Keyif dolu, gerçeküstü, şaşırtıcı...
Henri Barbusse, 1.Dünya Savaşı' nda savaş karşıtlığı nedeniyle ordudan atılmış. Aydınlık kitabını okurken bu karşıtlığı, nedenlerini net bir şekilde anlayabiliyoruz.
Kitap başkarakterlerinden Simon Paulin fabrikada memur. Marie ile evli. Fransa-Almanya arasında savaş başlıyor.
Pencerelerin ardına sinen bir savaş. Yaşanılan bir mahallede, sıradanlıkta savaştan uzak, savaşa dair düşüncelerin izlenimlerini okuyoruz önceleri. Sıradanlık, tek boyutluluk, yavanlık, tükenmiş zaman dilimleri bizleri çevreleyen günlük standart hayatın daralması gözümüzün önünde okurken beliriyor.
Simon da orta yaşlarında ve savaşa katılıyor. Savaşın psikolojik değişimleri, anlamsızlık, bilinmezlik, özlem, acı, sorgulama, boşluk, karşı çıkılsa da yaşanılması zorunlu kavramlar. Savaşın yorgunluğu, ölümün, öldürmenin dehşeti ve sorgulaması.
Barbusse bize insanlığın benzerliğini, savaşın burukluğunu, değişimini, değiştirdiklerini öyle ustalıkla sade ve duygulu anlatıyor ki zamansız bir yapıtı okuyoruz.
Gizlerle dolu bilemeyeceğimiz 'Aydınlık' umutlar ve hayat.
Amin Maalouf, Hristiyan ve anadili Arapça. Kimliğinin üzerindeki bu iki etkili öğeden başlayarak, 'Ölümcül Kimlikler' adıyla harika deneme kitabını bizlere sunmuş.
Kimliklerin aidiyetleri algılama biçimlerindeki farklılıkları, kitabı okudukça hepimizin, her ulusun yaşadığı ortak bir durum olduğunu görüyoruz. Bakış açısı aidiyetlerdeki sınırlandırmaları kaldırır. Zaten sınırlandırmalar yine bizim sığ görüşlerimizle oluşan kavramlardır. 'Siyahi, Sırp, Hristiyan, Arap vb.'
Ulus, din, sınıf, ekonomik durum gibi kimliği oluşturan öğeler davranışlarımızı etkiler ve zamanla değişime uğrar. Maalouf' un vurguladığı gibi; kimliklerimiz sabit değildir, koşullardan etkilenerek değişime uğrar.
Kimliğin tek bir aidiyete indirgenmesi insanların katı, görüşsüz, baskıcı, tavırlı, taraf tutucu birer katil veya katil yandaşlarına dönüşmesi Maalouf' un deyimiyle 'Ölümcül Kimlikler' imizi oluşturuyor.
Günübirlik Hayatlar; Doktor Irvin Yalom' un hastalarıyla yapmış olduğu psikoterapi öykülerinden oluşuyor. Kitapta derlediği seans öykülerinde Yalom yetmişli ve seksenli yaşlarında ve terapi boyunca varoluşsal olgularla uğraşan insanlarla birlikte kendisini de bir süreçten geçirmiş buluyor.
On öyküden oluşan terapi öyküleri daha çok yakınlarından birilerini kaybetmiş veya kendilerinin de ölüme yaklaşmış gerçeğiyle yüzleşmeye çalışan, anlam arayışındaki, azalan olanaklarla baş etmeye çalışan kişilerden, aslında toplumumuzdaki her bir bireyden oluşuyor.
Kitabı okudukça beni etkileyen Yalom' dan çok terapiye gelen kişilerin keşfettikleri benlikleriydi.
Baştan belli olan ölümü, sona gelince kabullenemeyiş hepimizin günübirlik hayatlarında en istemediğimiz şekilde vardır. Tek soru bunu ne kadar farkında olduğumuz ve kabullenme çabamızın boyutudur.
''Hayat geçici. Her zaman, herkes için. Ölümü bedenlerimizde taşıyoruz.''
'60' lı yılların bir hikayesi' ibaresi vardır kitabın isminde. Büyük bir yanılma. Georges Perec zamanı belirsiz, 1965 yılında dönemsiz bir kitap yazmış ve günümüze bırakmıştır.
Şu anda hepimizin yaşadıkları; sıkıştırılmış, tekrar edilen hayat döngülerini, kitaptaki çiftimiz Jerome ve Sylvie' yi okurken daha da iyi anlıyoruz.
Zenginlik, arzu ve
Okudukça belirsizlikler oluşturan bir Shakespeare kitabı.
Shakespeare okudukça, kötü olan bir karakter varsa bunun bir karşılığını muhakkak alır ve sonuca bağlanır diyorsunuz ki bu sefer öyle olmuyor. Sanırım bunda dönemin Kraliyet yönetimiyle alakası olabilir.
Kitabı türü açısından da bir yere koyamıyorsunuz, trajik derken komik geçişlere denk geliyorsunuz, başlangıçta dramatik olayların yoğunlukta olduğu sahneler ve sonrası fantezi ağırlıklı, gerçekçilik.
Okuması gayet akıcı, dostluk, güven, masumiyet, iftira, sınıf farkı, toplumsal baskıyla kişiliğin değişimi, soylu ve halk arasındaki sınıf farklılıklarının irdelenmesi konularıyla; inatçı, ileriyi göremeyen, acımasız kararlar alan Sicilya Kralı Loentes' in çılgın kararlarının yol açtığı ve sonuçlarının oluşturduğu olayları Shakespeare kaleminden farklı bir tat alarak okuyorsunuz.
2015 yılında eşini kaybeden Şükrü Erbaş' ın 'ömrünün elifi' Hatice Hanım için özlem dolu hüzünlü bakışı; dünyaya, yaşamaya.
'Seni unutacak ömrüm kalmadı
Bir soğuk zamanın akşamında
Dönüp yine sana başlıyorum...''
Sorgulama, derin bir arayış, matem, unutamama, sonsuz özlem, boşluk, seviş, yalnızlığın sınırları, dönüşsüz arayışlar Erbaş' ın kalemiyle mısralara akıyor ve ruhunuza işliyor.
Kim bilir kaç yalnızlığı tercih ederdik, kayıplarımızın farkında olmak yerine. Kaybedilen şeylerin dondurulamaz sonsuzluğu ve ağırlığı bilmenin.
Hepimizi kırılgan yapan ölümle 'yaşıyoruz sessizce'.
Jorge Luis Borges' in hazırladığı Babil Kitaplığı olan otuz kitaptan ilki. Birbirinden bağımsız, sade bir dille yazılmış,kısa, şahane dört öykü ve son bölümünde Borges ile yapılan nefis kapsamlı bir söyleşi.
Kitabın ismindeki tarih yani 25 Ağustos 1983; 24 Ağustos' ta doğan Borges' in seksen beş yaşına girdiğinin ilk günü ve aynı zamanda kitabın ilk öyküsü. Yetmiş yaşındaki Borges ile seksen beş yaşındaki Borges karşılaşıp konuşmaya başlarlar ki rüya mıdır ya da hangi zaman ve kimin rüyası, hayatı diye düşünürken fantastik bir öyküyü soluklanıp bitiriverirsiniz.
''Tek kişi mi rüya görüyor yoksa iki kişi birbirini rüyasında mı görüyor? Asıl meselenin bu olduğunu fark etmiyorsun.''
Borges okurken neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Bağımsız, fantastik öğeler, zaman kavramının eriyip gitmesi, felsefi konular, paradokslar, özgün karakterler, kimlik arayışı.
Borges okumak ayrıcalıktır. :)
