Bir yorumdan etkilenerek aldığım bu kitabı çok beğendim. Bazı yorumlar şaşmıyor gerçekten. Thomas Mann ile ilk kez tanışıyorum. Kitap, 1929'da Nobel ödülü almış. İçerği roman değil, uzun öykü. Bu öykü o kadar gerçekçi ki, yazar toplam dört karakter üzerinden hikayeyi anlatıyor ama aslında çok tanıdık bir dünya.
Rosalie, ellili yaşlarını süren, kızı Anna ve oğlu Eduard ile birlikte Almanya'da yaşamaktadır. Kocasını kaybetmiştir ve iki çocuğu ile kendisine bir dünya kurmuştur. Bu arada anne karakterinin sanki kızının olduğu yaşta ve o yaşın hareketliliği içindedir. Konuşmaları öyle hoşuma gitti ki, en ciddi şeylerden bahsederken bile esprili bir dili vardı. Ben Rosalie'yi dinlemekten keyif aldım. Kızı Anna ise tam tersi geçmişte yaşadığı olumsuz bir aşktan ötürü, annesinin yaşındaki olgunlukta, aklı başında ve sürekli annesini dizginlemekle meşguldü. Rosalie ve Anna ruhen değiş tokuş yapmışlardı.
Bir gün oğluna İngilizce öğrenmesi için Amerikalı bir genç gelir. İsmi Ken Keaton olan genç, yaptığı esprili konuşmaları, tarih konusundaki bilgisiyle ailede yerini alır. Öyle bir yerleşir ki, yerleştği tek yer ev değil, Rosalie'nin kalbi de olur. Rosalie aşkın verdiği sarhoşlukla, dikkati kendine yönelir ve sürekli yaşlılık ile gençlik arasında yolculuk eder. Çok sevdiği Doğa'nın sesi hep kulaklarındadır. Kızı Anna her şeyi sezer ve annesini düştüğü bu durumdan kurtarmaya kalkar.
Yazar, diyalogları o kadar canlı tutmuş ki, sanki yanımda konuşuyorlarmış gibi hissettim. Hele sonuyla gerçekten içinizi cız ettiriyor. Yazarı tanımak adına bence iyi bir seçim. Tavsiye ederim.