Bu incelememde kitaptan biraz uzaklaşırsam beni mazur görün. Yıllar önce kadın kapalı cezaevinde öğretmenlik yaparken, bir öğrencim bana “Fuhuşa zorladığı için kocamı öldürdüm müebbet verdiler ama boğuşma anında bıçak bana saplansaydı tahrikti, iyi haldi derken ceza indirimiyle 8 sene yatar çıkardı” demişti. O gün nasıl içim acıdıysa, bu kitabı okurken de öyle acıdı. Yazılanlar gerçek hayat hikayesi olmasaydı bile etkilenmemek mümkün olmazdı. 3 ana karakterimiz var: Kurtarmasını bilmeyen bir kurtarıcı; kurtulma ihtimalini aklından bile geçirememiş bir kadın; çocukluk travmaları mizojonizme -kadın düşmanlığı- dönüşmüş bir ağır ceza hakimi. Peki ya kapanışta Pınar Kür’ün müstehcen olması gerekçesiyle romanın üstündeki yasaklamanın kaldırılması için İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi’ne yazdığı savunma? Nasıl güzel nasıl emek verilmiş bir eser olmuş. Evet çok üzüldüm, evet çok nefret ettim ama okumasam büyük kayıp olurdu. Bitirdikten sonra aklıma eski bir şarkı geldi. “Düşenin dostunun olmayışına, düzenin buna hiç aldırmayışına, canım yanıyorsa hala, korkmaya gerek yok, yaşıyorum demektir.”