بسم الله الرحمن الرحيم°
• Batı dünyasının üzerinde uyuşturucu bir uyku ağırlığı vardı. İnsanların gözleri etrafını dikkatle gözlemleyemeyecek kadar yorgun, duyuları merakla harekete geçmeyecek kadar tükenmiştir. İnsanlığın ruhu ölümcül bir hastalık atlatmışcasına felç olmuştur sanki, içinde yaşadığı dünya hakkında hiç hiçbir şey bilmek istememektedir. Daha da garibi, halihazırda bildiklerini de anlaşılmaz bir biçimde unutmuştur. İnsanlar artık okumayı, yazmayı, hesaplamayı bilmemektedir; Batı dünyasının kral ve imparatorları fermanlarının altına kendi adlarını yazmaktan bile acizdir.
... Talihin ne denli değişken olduğunu anlamış, geçici ve sürekliliği olmayan zenginliklerin dengesiz dağıtılmış olduğunu, bir gün insanı en tepeye oturturken bir başka gün onu, ödünç verdiği zenginlikleri geri almak suretiyle alaşağı ettiğini görmüştür.
*Hatırasına...
Örneğin Süleymaniye Camii; ne kadar uzağında olursanız olunuz sizi, kendisini görmeye çağırır.Bir gördünüz mü, elini tuttunuz mu, hemen arkadaş olursunuz; günlük yaşantınıza girer; günde beş kez belki onu görmek istersiniz.Sakrekör kilisesi ise, o tümsekte, kimsenin kendisini arkadaş edinmediği bir sürgündür.
Yanına gelenlerse , kendisinin ve oradan Paris'in resmini çekerler ve giderler. Resim çekmenin dışında kendisini görmeye gelen, arkadaşlık etmeye gelen görmedim.
...''
Üstâd Nuri Pakdil'in Batı Notları'nı okurken işte bu son cümleler beni dehşete düşürdü. Ne güzel de anlatmış Üstâd !