Dostlukların Son Günü adlı, Selim İleri’ye ait eserin ilk baskısı Bilgi Yayınevi tarafından 1975 yılında yapılmış. “1976 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı” Ödülü’nü almayı hak kazanmış bu kitap, on altı öyküden oluşuyor.
Bu öyküler kitaplaşmadan önce Yeni Dergide uzun aralıklarla ayrı ayrı yayımlanmış.
Kitaptaki öykülerin her birini beğenerek, büyük bir keyifle okudum. Selim İleri’nin başarılı bir yazar olduğunu bilmeme karşın , bir eserini ilk defa okuyor olmam, oldukça üzücüydü.
İnsanı içine çekip bırakmayan şiirsel bir anlatıma sahip. Basit ve sade olmamakla beraber, akıcı ve etkili dilinin yanı sıra, okuyucunun hayal gücünü devreye sokan, eksantrik bir anlatımı var. Kullanılan cümleler, cümleleri oluşturan kelimeler bu anlatım tarzıyla insanda olağanüstü bir çekicilik yaratıyor. Anlatılan keder ve hüzün bile okurken tuhaf bir tat veriyor insana.
Okuyanı, farklı bir zaman diliminde farklı bir yerde hissettiriyor.
Biliyorum, son günlerini yaşayan köşkler, bahçeli evler, yıkılarak yerini dolduran çok katlı apartmanlar sardı etrafı . Biliyorum, köşklerde yalılarda yaşayan insanların da acıları, hüzünleri, kederleri hayal kırıklıkları, mutlulukları var. Fakat çekici ve şiirsel anlatım insanı farklı alemlere, olup olmadığından emin olunmayan başka diyarlara götürüyor. Var mıdır böyle yerler, böyle bahçeler, yaşar mıydı böylesi insanlar diye insanın kendisine sorası geliyor.
Son zamanlarını yaşayan en az yüz yıllık köşklerin, yalıların bahçelerdeki tomurcuklanmış ağaçlar, sonbaharda dökülen sararmış ve bastıkça çıtır çıtır ses çıkaran sarı yapraklar, adını yeni öğrendiğim çiçeklerin içinde okuyucuyu da gezdiriyor yazar. Evlerin içindeki eşyalar, duvardaki tablolar, eve gelen misafirlere ikram edilen servis takımları hepsi aynı canlılıkta aynı güzellikte size de sunuluyor.
Yalnızlığı, nefreti, sevgiyi, ihaneti Selim İleri’nin öykülerinde okumak, keyiflendiren bir hüzünle sarıveriyor insanı. Nasıl böyle hissettirdiğini kullandığı cümleleri oluşturan kelimelerin gücüne yoruyorum. Canlı bir anlatıma sahip. Tasvirler ayrıntılı ve etkili.
Kişi ve çevre betimlemeleri yapılırken, seçilen benzetmeler şiirsel bir hava veriyor. Anlatıcı içinde bulunduğu ruh haline göre yaşadıklarını anlamlandırıyor.
Yazarın kullandığı anlatım tekniğini daha yakından anlayabilmek için hikayenin tanımını ve nasıl yazıldığını tekrar gözden geçirme ihtiyacını duyuyorum.
Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayların okuyucuda ilgi ve haz uyandıracak şekilde kısaca anlatılan edebi eserlere hikaye (öykü) denildiğini ve romanın oldukça kısaltılmış hali olduğunu biliyoruz.
Olay eksenli bir yazı türü olan hikayelerde olaylar genellikle yüzeysel oluyor. Daha ziyade kişilerin anılarını anlatması şeklinde oluşan öykülerde , olayın ya da durumun öncesi sonrası okura sadece sezdiriliyor. Okur bazı anlatılanlardan yola çıkarak kendi hayal gücünü kullanarak olay, durum ya da kişiler hakkında belli yargılara varabiliyor.
Hikayenin olay, çevre, zaman, kişi olmak üzere dört öğesi bulunuyor.
Hikayenin tarihsel süreç incelendiğinde
1-olay öyküsü, (klasik olay öyküsü)
2-durum öyküsü
3-ben merkezli öykü, (Bireyi birey olarak ele alan hikayeler) şeklinde yazıldığını görüyoruz.
Olay öyküsünde olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına bağlı olarak sunulur. Olaylar zinciri bu türde , kişi, zaman ve yer öğesine bağlı kalıyor. Bu türe dünya edebiyatında en etkili isim olarak Guy de Maupassant gösterilmiş. Türk edebiyatında ise Ömer Seyfettin.
Modern öykü de denilen durum öyküsünde hikaye olaya dayanmıyor. Bu tür öykülerde merak ikinci planda kalıyor. Yazar okuyanı sarsan, heyecana getiren bir anlatım sergilemiyor. Daha ziyade günlük hayattan bir kesit, bir bölüm sunuluyor veya insanın duygusal durumu anlatılıyor. Bu öykülerde kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkıyor. Bu öykü türünde dünya edebiyatında örnek olarak gösterebileceğimiz en ünlü isim Rus yazar Anton Çehov, Türk edebiyatında ise Sait Faik Abasıyanık ile Memduh Şevket Esendal’dır.
Ben merkezli öyküler de durum hikayesine benziyor, ancak kahraman daha çok kendi ruh halini, hayal dünyasını yansıtıyor. Hikayelerde olaylar kahraman anlatıcının kendi bakış açısıyla anlatılıyor. Olayların ana kahramanı yazarın kendisi oluyor. Dış dünyayı içinde bulunduğu durumun ruh haline göre, kendi düş dünyasına göre algılayıp anlatıyor .
Büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımda irdeleyerek durumu gözler önüne seriyor.
Dünya edebiyatında gösterebileceğimiz örnek isim Franz Kafka, Türk edebiyatında ise Haltun Taner, Oğuz Atay ve Bilge Karasu.
“Dostlukların Son Günü”nde bulunan hikayelerin, durum öykü türüne göre yazıldığını düşünüyorum. Anlatılan öyküler günlük hayattan bir kesit alınarak yazılmış. Giriş, gelişme, sonuç sırasına bağlı kalınmamış. Anlatılan öykülerin girişi, sonucu okuyucunun hayal gücüne bırakılmış. Olay hikayesindeki gibi belli bir olayın etrafında geçmiyor anlatılan öyküler. Zaman zaman anlatıcının yaşanan durumları kendi duygu ve düşüncelerini içinde bulunduğu ruh haline göre yorumladığını görüyoruz.
Öyküler, Kemal isimli bir genç etrafında döner.
İlk öykülerde Kemal küçük bir çocuk, daha sonraki öykülerde ise genç bir delikanlıdır. Onun anlatımıyla okuyoruz öyküleri.
“Para” isimli ilk öyküde, Kemal renkli kitapları olan iyi bir çocuk. Anlatır çocuk gözüyle bize, Acıbadem’de çok soylu bir ailenin yazlığının bahçesinde, toplanan kadınları. Hepsi de köşkte ya da yalıda yaşayan, incileri, elmasları, şık giysileri olan kadınlar. Birazdan masaya kumar oynamaya, konken partisine oturacaklar. Sanırım bu öyküden dolayı yazar Selim İleri, Acıbadem’de ahşap bir evde oturduğunu düşünür bazı okuyucuları. "Köşkünüz ne zaman yıkıldı.? sorusuna sık sık sorarlar kendisine.
“Yarın Ağlayacağım“ isimli öyküsünde susarak anlatılan bir sevda... “Sessizliği, Suskunluğu yaşıyoruz birlikte. Hem hiç yakınmadan. Biterse hiç yaşayamam sanki. Karmakarışık duygular. “ İçinde , kendin de yaşamak sevmeyi de terk etmeyi de . “bir gün seni bir aynada başkalarına bakar görürsem”. Ve gönül almak için toplanan gelincikler .
“Gelinlik kız “öyküsünde dostluk için gidilen evler , zorunluluktan gidilen evler olarak ikiye ayırır, çocuk Kemal, annesi ile birlikte yaptığı ev ziyaretlerini. İncila ablası ve annesinin birlikte yaşadığı eve yapılan, dostluk ziyaretidir.
Bütün dışarıda yaşanan eğlencelerden sevinçlerden bu eve yalnızca sızmayı başaran Kemal ve annesi. Derken bir başka gün, başka bir ziyaretçi daha Cahit abisi. İncila ablası ile evlenecekleri düşünülürken yaşanılan ayrılık ve İncila ablanın hayal kırıklığı ve yarım kalmış düşleri...
Ayrılık var da bir Madam Bovary bile olamayan aşıklar... ve devam eden diğer hikayeler...