Bizler çoğu zaman yeni bir aktiviteye başlanması söz konusu olduğunda “ilk adımları atarız”, eğer planımız doğru işliyorsa “her şey öngörüldüğü gibi yürür”, işlerimiz geliştiğinde “işler yolunda gider”, bir gösteri, bir film veya kitap çokça ilgi çektiğinde “tutmuş, iyi gitmiş” diye konuşuruz. Yani yürümek, başarmaktır...
Nietzsche; canlı ve hareketli olunmadan, parlak ve berrak düşünceler olmaz anlayışıyla dağlarda, deniz kıyısı veya patikalarda yalnız başına yürürmüş.
Marx; tek düzenli egzersizi yürümekmiş. Daha çok bürosundan kırlara yürürmüş.
Thoreau; Amerika'nın kırlarında, vahşi doğayla ortak bir yaşam şekli geliştirmiş. Amacı bilinmeyene ulaşmakmış, keşfetmekmiş.
Kant; Her gün aynı saat ve aynı güzergahta yürümüş. Yürüyüşüne Königsberg Şatosu yönünde köprüye giderek başlar, dönüşte de güzergahı tersten katedermiş. O kadar dakikmiş ki çevredekiler onun yürüyüşüne başlamasına göre saatlerini ayarlarlarmış.
Kierkegaard; Şehrin caddelerinde yürüyenlerden. Her gün yürümüş. Yürümek için belli bir zamanı olmadığı gibi, rutin bir güzergahı da yokmuş.
Roger Pol Droit'in kitabında, bir çok düşünürlerinin bulundukları kentlerde adlarıyla anılan güzergahlar olduğunu da öğreniyoruz; Königsber'de Kant Yolu, Eze'de Nietzsche Patikası ve yine Nietzsche'nin tercih ettiği göl manzaralı İsviçre'deki Sils-Maria ya da Kyoto'daki Filozoflar Caddesi gibi... Hatta bazı düşünürlerin yürüyüş yaparken aklına gelen fikirleri not etmek için bastonunun topuzunda hokka taşıdığı bile söyleniyor...
Yürümenin ufuk açan gücüne inanıyorsanız bu kitaba göz atmaya ne dersiniz?