Kar soğuğu olur, karın belli bir dokusu, kar yağışının kokusu. Peki kar sesi? Nasıl sıcak bir betimlemedir bu, nasıl güzel bir öykü ismidir Havada Kar Sesi Var.
Böyle övgülerle (kitaba başlarken kendi kendime bir sevinç gösterisiydi) başladım kitaba. İlk öyküyle (Havada Kar Sesi Var) yüreğe dokunuyor Erdal Öz. Hem ismi hem de betimlemeleri ile. Sonrasında yedi öykü daha var, keşke her biri daha uzun olsa denilen.
Her bir öyküde o kadar o anda gibi hissettiriyor ki cümleler. Hikayeler o kadar gerçek ve betimlemeler o kadar canlı ki. Kar yağarken o pencerenin önünde, denize açılan o ailenin hemen yanında onları izlerken, annesiyle 'daha iyi bir dünyaya' yürüyen o çocuk 'ay'la konuşurken, ayrılmak istenilmeyen ama ayrılmanın en doğrusunu olduğu bilinen anlardaki' beş dakika daha' hissinde ordayız. Hatta ay gözden kaybolduğunda "Su gibi, aydınlık gibi akıp gitti. Koştum ama yetişemedim. Kızdım ona. Bir bulutun üstüne çıktım, oturdum, ayaklarımı sallamaya başladım." dediğinde o bulutun üstünde ayaklarımızı sallıyoruz.
Ne kadar sevilirse o kadar sevdim. Ne kadar övülebilirse o kadar övmek istiyorum her bir öyküyü. Çünkü ah sevgili Erdal Öz! İyi ki ardında böyle güzel izler bıraktın! Okuyunuz!