...seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum.
Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye.
Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını.
Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin, ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak...
Aramak...Ömür boyunca aramak...Yalnız seni aramak...Paslı teneke kutularda,küf kokan dolaplarda,ağaç diplerinde,sonra vapurlarda,trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun,alacakaranlığı...Beni bekliyorsun ya da bir başkasını,bir başkasını...
Hiç gel demiyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç,saklan. Seni aramak istiyorum.
"Kalabalığın arasında bir Robenson gibiyim. Oysa çevrem her çeşit insanla dolu. Kimi gösterişli, alabildiğine mağrur, kimi ezik ve yılgın. Kimi de boş vermiş her şeye, gününü gün etmekten başka düşündüğü şey yok. Şu adamı geçen yıl tanıdım; söylediğine bakılırsa beni hiç kimse ondan çok sevemezmiş. Oysaki istediği fiyat verilirse dostluğunu derhal satmaya hazır olduğunu biliyorum. Fakat bile bile aldanmak da güzel. En feci şey insanın artık aldanmayacağı yere gelmesi. İşte ilk ölümümüz, orada başlıyor..."