Parmaklarının ucunda duran uzun zaman ayakta kalamaz.
Büyük adımlarla yürüyen çok uzağa gidemez.
Kendini göze çarpıcı kılmaya çabalayan parlamaz.
Kendini haklı çıkaran üne kavuşmaz.
Kendine çok güvenen uzun süre dayanmaz.
‘’Çirkin’’ kavramı Dünya’da herkesin ‘’güzel’’i ‘’güzel’’ olarak tanıması sonucu oluşur. Bütün herkesin ‘’iyi’’yi iyi olarak teşhis etmesiyle de ‘’kötü’’ kavramı oluşur. ‘’Varlık’’ ile ‘’Adem’’ de benzer şekilde birbirlerini doğururlar; ‘’zor’’ ile ‘’kolay’’ da birbirlerini üretir; ‘’uzun’’ ile ‘’kısa’’ birbirini ölçer; ‘’yüce’’ ile ‘’alçak’’ ise karşılıklı birbirlerine eğilirler; ‘’ezgi’’ ile ‘’gürültü’’ birbirlerine uyum bahşederler; ‘’önce’’ ile ‘’sonra’’ birbirini izler.
Mutluluk felâkete dayanmakta, felâket ise mutluluğun altında pusuya yatmış beklemektedir. (Şu hâlde ikisi de birinden diğerine dönüşüp durmaktadır, öyle ki) bu sürecin nerede bir sona erişeceğini kimse bilmez. (Benzer şekilde gözükmektedir ki (mutlak) ''doğru'' da yoktur; zirâ ''doğru'', ''yanlış''a rücû etmek (dönüşmek) eğilimindedir. ''İyi'' bile ''kötü''ye rücû etmek (dönüşmek) eğilimindedir. (Varlık âleminin bu temel kuralını bilmediklerinden dolayı) insanlar uzun zamandır hayal kırıklığı içindedirler.
Mutlak'ın [Hakk'ın ya da Tao'nun] açısından belirli bir nesnenin iyi ya da kötü olmasının önemi yoktur. Hatta nesneler arasında asla böyle bir fark da yoktur. Nesneler bu ve daha başkaları gibi değer hükümlerini Mutlak'ın hiçbir ayrım gözetmeyen fiili aracılığıyla kendilerine "varlık" ihsân edilmesinden sonra, ve o da mahlûkatın özel bakış açısından ötürü, yüklenmektedirler. Başka bir açıdan bakılacak olursa, bütün mevcûdat, İbn Arabî'nin dediği gibi, sırat-ı müstakîm yani doğru yol üzerinde ve, Tao-cu bilgelerin dedikleri gibi de, "kendiliklerinden böyle"dir. Bu safhada hayr ile şer [iyi ile kötü] arasında bir fark yoktur.
İbn 'Arabî'nin de Çuang-Tzû'nun da, sağduyuya sert bir darbe indirerek, "realite" denen şeyin herhangi bir relitesi olduğunu kabul etmeyi reddederek ve bunun rüyadan başka bir şey olmadığını söyleyerek işe başlamaları fevkalâde ilgi çekicidir. İbn 'Arabî' meşhur: "Bütün insanlar uykudadır; ancak öldükleri zaman uyanırlar" hadîsini zikrederek: "Âlem bir vehimden ibarettir; gerçek bir varlığı yoktur. Bilki sen dahi bir hayâlden ibaretsin. Ve idrak edip de kendi kendine 'bu ben değilim' dediğin ne varsa o dahi bir hayâldir" demektedir. Benzer şekilde Çuang-Tzû da şuna dikkati çekmektedir: "Kendinizin rüyada kuş olduğunuzu farz edin. (Bu durumda) gökde süzülür durursunuz. Kendinizin rüyada balık olduğunu farz edin, bu seferde havuzun derinliklerinde yüzersiniz. (Bütün bunları siz rüyanızda yaşarken yaşadığınız sizin "realite"nizdir). Buradan muhakeme ederek kimse bizim yani bu türlü bir konuşmaya katılmak da olan sizin ve benim uyanık mı yoksa rüyada mı olduğundan emin olamaz." Böylece "realite" denilen şeyin birdenbire rüyamsın ve gerçek-dışı bir şeye dönüşüp indirgenmiş olduğunu görmekteyiz.
Onun zihni hangi durumda zuhur ederse etsin o durumda bulunmaktan râzîdir. Onun dış görünüşü sessiz ve sakindir.
Onun alnı açıktır ve bakışı da kaygısızdır.
O bâzan sonbahar gibi soğuk ve acımasız olur; bâzan da ilkbahar gibi sıcak ve candan olur. Tıpkı dört mevsimin Tabîat'a uğrayıp geçmeleri gibi, sevinç ve öfke de ona aynı doğallıkla uğrayıp geçerler. (Sonu olmayan bir değişim içinde birbirine dönüşmekte olan) her şeyle kâmil bir uyum içinde olan İnsân-ı Kâmil hiçbir sınır tanımaz.
Böylece İnsân-ı Kâmil her bakımdan Semâ'nın ile Arz'ın, yani kendisini Varlık âlemi olarak izhâr eden Yol'un [Tao'nun], Kâmil sûretidir. Semâ ile Arz hangi aslâ dayanarak var iseler ve yaşıyorlarsa İnsân-ı Kâmil de aynı ilkeye göre var olur ve yaşar. İnsân-ı Kâmil ile Yol'un [Tao'nun] icraatını bu ortak ilkesi Adem-i İcraat ilkesinden başka bir şey değildir. İnsanın yaşamak ve maksadına ulaşmak üzere ortaya koyduğu bilinçli çaba, bu yüce ilkeyi çiğner ve onun gerçekleştirmeyi umduğunu tamamen aksi bir sonuca yönlendirir.
Kontrol altına alınmamış arzular ve tartışmaya can atan Akıl "nefs"in nüvesini teşkil eder. Ve "nefs" de bir kere teşekkül etti miydi sonunda bir insanın bütün varlığına hükmedecek kadar kuvvetlenerek büyür durur; onun bütün fiillerini Akıl dikte eder ve bütün hisleri, heyecanları ve düşünceleri de hep Akl'ın yüce kumandasına itaat eder. İşte bundan dolayıdır ki avamdan bir kimse için "kendi nefsini sıfırlaması" olağanüstü zordur.
Akıl insanı "katı" ve "sert" yapar. Arzu ise onu doğal şartlara karşı bir didişmeye ve arzusunu yönlendirdiği nesneleri ele geçirmeyi "tasarlamaya" zorlar. Bu ise akıl yürütmeksizin ve herhangi bir şeyi Arzu etmeksizin hâdisâtın tabiî seyrine uymak ve bu yoldan da Tabîat ile tamamen birleşmiş olmak hususundaki Tao-cu idealin kesin karşıtıdır.