Bir atasözümüz vardır ya hani ; "davul bile dengi dengine çalar..."
İşte kitap bu atasözü üzerine yazılmış gibi sanki.
Kişinin kendi içinde yaşadığı aşırı duygular kişinin aklının önüne bir set , gözüne bir bağ olur.
Kişi karşısındakini duygu filtresi ile görür. Tamamen kendi duygularının vücut bulmuş hali gibidir.
Bu duygularımızın bir aldatmacasıdır.
Çünkü o duygular zamanla gözümüzden çekilmeye başladığında, gerçek kişiyi görürüz. Tüm benliğiyle ve uyuşmazlıklarla.
Adeta bir fanusun içinde büyürcesine yetişen bir hayatta , dış dünya ve bilinmezlik kişi için her zaman cazip gelir. Bunun sarhoşluğu ile pişmanlıklardan bir blok yaparız ama bloklardan oluşan duvarı sarhoşluk bittiğinde toslayınca farkederiz.
Bu kitap bana aşktan, ticaretten , yaşayış şeklinden çok anın sarhoşluğunu anlattı.
Tatlı duygular , acının bir getirisi olabilir.
Para aşkı, insanı ticaretin kölesi yapabilir.
Yaşam şekli, kişiyi dış dünyaya karşı kimsesiz bırakılır.
En kötüsü anın sarhoşluğu kişiden geriye hiçbir şey bırakmaz.
Herkes kendi bakış açısına uygun biriyle olmalı. Her çiçek her toprakta yetişmez.
Çiçek ölür, toprak kendisine verimsiz diye.
Toprak yanlız kalır çiçeğin tohumu ona uygun değil diye.
Ve kitabın son sözü de bana çok manidar geldi ;
- Vadilerde açan, gösterişsiz, alçakgönüllü çiçekler, göklere çok yakın, fırtınaların koptuğu, güneşin yaktığı yerlere dikilince yaşamıyorlar belki de, kim bilir?