İlk halim ile son halim arasındaki zıtlığı anlatabilmek için hakkımda birkaç söz söylemem gerekiyor. Dindar ve çok iyi bir annenin sonsuz özeni ile geçen çocukluğum, ben de sökülmez bir din duygusu ve yıkılmaz bir ahlâk ilkesi ortaya çıkarmıştı. Sonradan mükemmel bir tahsil gördüm. Yaşıtlarımdan farklı olarak, okuldan çıkar çıkmaz kitapları bir köşeye atacak yerde, bilgimi genişletmek için sürekli okurdum. Az çok herşey hakkında fikir sahibi olmuştum. Özellikle dini bilgilerden de kendimi uzak tutmadan hem zahiri hem batıni bilgilere vakıf olmuştum...
İşte bu bilgi yığınının altında birgün, kendimle başbaşa kalıp vicdanımı dinledigimde, acayip bir karışımın içinde olduğumu hayretle fark ettim. Ben, küfür ile iman'dan, ikrar ile inkârdan, tasdik ile şüpheden meydana gelmiş bir şey olmuştum. Kalbimle inkâr ettiğimi aklımla tasdik eder, aklımla reddettiği mi kalbimle kabûl ederdim. Kısacası şüphe denilen ejderha vücudumu sarmıştı. Bir fikri kendimce ne kadar sağlam esaslara dayandırırsam dayandırayım, şüphe ejderhası onu bir sarsışta yıkıyordu. İnkâr başka şey, şüphe başka sey. İster ikrar olsun ister inkâr, herhangi bir mesele kabul etmiyordu. Şimdi, hayatın gerçekleri dediğimiz şeylerin, fikrin birer yansıması olduğunu gördüğüm de, müthiş bir acıyla dayanılmaz bir cehennem içinde kaldığım anlaşılır. Herkes için olağan şeyler, benim için başka bir hal alıyordu. Bu durum nedeniyle aşkta da, geçim de de şanssızdim. Galiba insanlardan kaçan biri olmuştum. ...