"Tanrı'ya inanmak, bu eylemi kelimelerle ifade etmenin çok ötesinde bir durum. Bu inancın en büyük ispatı, yine kişinin kendi bilinç ve fiiliyatındadır. Sadece "inanıyorum" diyerek hareketlerimle, inancımla desteklemeden veya dua etmeden iman etmiş olamazdım. Tanrı'nın iradesine tam olarak teslim olmayı arzulamadıkça ve inandığım şey için dimdik ayakta durmadıkça "Tanrı'yı seviyorum" diyemezdim. Eğer "gerçek dini" yaşamak istiyorsam bunu göstermeliydim aksi halde riyakâr olurdum."
"İtiraf ediyorum, kitap okumak kadar eğlenceli bir şey yokmuş! İnsan kitap okumak dışında her şeyden çabucak sıkılıveriyor. Kendime ait bir ev sahibi olduğumda, şöyle muazzam bir kütüphane edinmeyi başaramazsam kahrolurum."
“Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan, insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak istiyorum.”
"Benim anne ve babam da namaz kılıyor. Ama ben böyle şeylere inanmıyorum."
Dindar bir aileden, inkârcı bir çocuk...
Eğitim sisteminin çarpık, karışık ve karanlık yapısından başka türlü ne beklenebilirdi?
Düzceli Mehmet ve buna benzer daha çok gençler kurtarılmalıydı.
"Okul, öğretmen ve öğrenci... Birbirinden ayrılmaz ve ayrı düşünülemez bir şekilde, bir bütün oluşturmuşlardır. Birini diğerinden koparmak mümkün değildir. Bunun hiçbir maddi izahı da yoktur. Bu bir sevda, bir hasret ve bir gönül işidir."