Sene 1902. Jack London Londra’nın doğu yakasının sefalet içinde yaşayan insanlarını gözlemlemek ve dünyanın geri kalanına aktarmak için yola çıkar.
Her dört kişiden birinin devletin hayır kurumlarında aç biilaç öldüğü, her 1000 kişiden 939’unun sefalet içinde hayata veda ettiği, 8 milyon kişinin açlık sınırında çırpındığı o “büyük imparatorlukta”
“Daha yemek bile yemedim.”
Ermelina kahkahalarla gülmeye başladı:
“Harika! Senin gibi bir adam... Laide için ha?.. Aşk uğruna aç biilaç bir adam!.. Çok şekersin. Küçük bir çocuktan farkın yok.”
Otuz iki senenin hayaliydi, her aya bir kitap dedim dört ayda bitti. Bitti mi dedim? Hay dilimi esek arısı soksun! Biter mi hiç İnce Memed?Çukurova’nın tekmil çiçekleri, böcekleri çokuşmuşken Memed Memed diye. Kevenler yastık olmuşken bu el kadar yiğide kapağını kapatmakla biter mi hiç?
Biter mi mecbur adamın hikâyesi? Ya ağalar , Biter mi hiç
Türkiye büyük bir savaşa girip yenilseydi, düşmanlar ülkeyi işgal etseydi nasıl bir yaşamımız olurdu, yabancı bir gücün baskısı altında nasıl bir cehennem yaşardık, neler yaparlardı bize?
Gazetecileri gözaltına aldırıp polislere dövdüre dövdüre öldürtürler, sonra da o polisleri yargıya vermekte ayak mı sürterlerdi?
Manisa’da on altı yaşındaki
Tevekkülle ilgili etkileyici bir hikâyeyi Sadi Şirazi anlatıyor:
Bir derviş kırlarda gezerken ayağı olmayan bir tilki görmüş. “Bu sakat hayvan ormanda nasıl yaşar?” diye merak edip tilkiyi takip etmeye başlamış. Biraz sonra güçlü kuvvetli bir aslan gelmiş, avladığı bir hayvanı dişleriyle parçalayıp güzelce yemiş. Yemeğin artığını bırakmış ve sakat tilki de arta kalanlarla karnını doyurmuş.
Derviş bu olaydan çok etkilenmiş ve şöyle düşünmüş; “Rabbim ne kadar büyük! Bu sakat tilkinin yemeğini ayağına kadar yolluyor, benim de rızkımı gönderir elbet. Öyleyse ben de çalışmayayım, Allah’a sığınıp rızkımı bekleyeyim…”
Aradan günler geçmiş, derviş aç biilaç bekliyormuş. Bir arkadaşı, dervişi kuytu bir köşede, gözlerinin feri gitmiş, yüzünün rengi solmuş hâlde görünce ne olduğunu sormuş. Derviş, şahit olduğu sakat tilki hadisesini anlatmış. Arkadaşı: “Ah be dostum, sen neden böyle yanlış bir düşünceye kapılıp çalışmadın? Niçin kendini ayağı olmayan bir tilkiye benzettin de böyle tembel tembel yatmayı seçtin? Ayağa kalk ve var gücünle çalış. Sakat tilkiye değil güçlü aslana benze!”
|Diyanet Takvim
İnsanın gönlüne hangi tohum düşerse, onunla yer içer, onunla nefes alır, beraber büyürlermiş o tohum ile...
Yıllar öncesinden de böyle içinde büyük bir boşlukla, yitirdiğini ararmışcasına bir çaba içindeydim. Neyin çabası bu neyi istiyordum ya da kaybolan hangi ânımdı.
Neden ân?
Neden bir eşya, bir insan, bir makam-mevkii, ya da sevdiği bir
İnsan sesinin sahip olduğu o canlılığı ve tınıyı öylesine yitirmişti ki, insanda, bir zamanlar güzel olan bir rengin soluk bir lekeye dönüşmesinin yarattığı hissi yaratıyordu. Ses öylesine boğuk ve bastırılmıştı ki, yerin altından geliyor gibiydi. Umarsız ve kaybolmuş bir yaratığın anlam yüklü sesiydi sanki; kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde bir başına, aç biilaç gezinmekten bitap düşmüş bir yolcu, ölüm döşeğinde evini ve dostlarını yâd ederken sesi böylesi bir tonda çıkardı ancak.
Sayfa 49 - 50 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Arap kadınları kötü ruhları aldatabileceklerini düşünürlerdi , bu yüzden de oğullarını kız gibi göstererek onlara zarar gelmesini önlediklerine , böylelikle kem gözü uzaklaştırdıklarına inanırlardı.
Sayfa 38 - Epsilon Yayınları / Cemal TevrizciKitabı okudu
Şimdiki gençlerin acıları benimkinden bin beter herhalde. Çünkü benim kuşağım, gençliğini ve gençliğin sorunlarını umutlu bir dönemde yaşadı hiç olmazsa. O birinci ve tek cumhuriyet gözümüzün önünde kurulmaktaydı. Eğer çalışırsak, doğru dürüst eğitim görürsek, aç biilaç ortalarda kalmayacağımızı biliyorduk. Güçlü bir umut içimize öyle derin kökler salmıştı ki, şimdi yaşadığımız toplumsal felâketler, hortlayan gericilik bile, benim gibi dinozorları hâlâ yıldıramadı.
1915'te yaşananlar bir soykırım değil, Birinci Dünya Savaşı içinde olup biten kanlı bir hesaplaşmaydı. Bu hesaplaşmada Ermeniler Çarlık Rusya'yı, Kürtler ise Osmanlıyı tercih etti. Ekim Devriminin (1917) gerçekleşmesiyle Lenin Rus ordusunu Anadolu içlerinden çekince Ermeniler de peşi sıra kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Ne var ki savaş süreci boyunca yaşanan çatışmalarda ve tehcir sırasında hem Ermeniler, hem de Müslümanlar büyük kayıplar verdi. Bu dönemde bir milyon Ermeni'nin tehcirinden veya öldürülmesinden söz ediliyor, fakat büyük çoğunluğu Kürt olmak kaydıyla iki milyon Müslümanın Ruslarca ve Ermeni yönetimlerce öldürülmesinden veya göçertilmesinden kimse söz etmiyor. Üstelik Ermeniler tehcir sırasında batılı kuruluşlardan yardım görürken, göçertilen Müslümanlar aç biilaç yollara düşürülmüştü. Onlar da açlıktan, hastalıklardan ve eşkıya saldırılarından nasibini aldılar. Eğer Taşnak Partisi bu savaşı kaybetmemiş olsaydı biliniz ki bugün bir Kürt soykırımından söz ediyor olacaktık. Yani Kürtler yaşadıkları topraklarını tamamen kaybedeceklerdi; çünkü Çarlık Rusya ve Taşnak Partisi Adana'ya kadar durmayacaktı. Olaya bir de bu açıdan bakmakta yarar var; gerçeği bulmak istiyorsak tabi.
Eyyüp Altun
Spoiler.
Karıncayı tanırsınız:
Minimini bir hayvandır;
Gayet tutumludur, yalnız
Pek bencildir; bu bir kusur,
Bencil olan zalim olur.
Bir gün ağustosböceği…
Tevfik Fikret, Ağustosböceği ile Karınca
Lise edebiyat kitabını açın. Sayfaları karıştırmaya başlayın. Önce halk edebiyatı, divan edebiyatını göreceksiniz. Ardından Tanzimat, Servet-i
Tükettin beni Emile Zola...
Hani boğazınız düğümlenir ama ağlamamak için tutarsınız kendinizi, ağzınıza acı bir tat yayılır ve şakaklarınızdan bir ağrı başınıza girer, hani bazen de farketmeden dişlerinizi sıkarsınız, kasılmaktan çene kemiğiniz ağrır, hani bazen de kalbinizin, bir el tarafından sımsıkı sıkıldığını hissedersiniz ve derin derin