Karlar usulca eriyip nisan güneşiyle,
terkederken sıradağların doruklarını,
yemyeşil bir alev sardı ovayı.
Artık sıkıcı değil yaşam;
düşün bir kelebeğin sevincini,
dünyanın büyüklüğünü ve hayal kur.
Çiçekli erik ağacıyla, yemyeşil ova,
sahilin mavimsi yeşil buğusuyla,
dalların oya gibi işlenmiş hâli,
beyazlanan ilk böğürtlenler ve
bu tatlı esinti
yeniyor ölümü ve mezar taşını...
Yine de bu keder beni boğuyor
zaman hala O'nu bekleyerek geçiyor…
Sen dokuyan tezgah öğüten değirmen
Su çeken imbik çok korkak ve çok yiğit
En güzel sesi çıkaran sessizlikten
Birbirini yok eden ateşle barut
Sonra bir çiçek gibi açan yeniden
D şehri akşamın ilk karanlığı altında herhangi bir günü yaşıyordu. Güneş Antik Yunan zamanında yapıldığı söylenen şehir kalesinin ardına sinerek eğleştikten sonra kaybolmuş, son ışınlarını umarsız bir akşam yorgunluğu yaratırcasına sunuyordu. Yaz, kış şehrin üzerinden eksik olmayan, seyrelmiş sis tabakasına benzeyen buğu yine şehrin üzerine
Önce eski aile fotoğraflarının bulunduğu poşeti açtı. Tamamen solmaya yüz tutmuş, kırklı yılların hemen hepsi ölmüş yüzleri. Tek parti zamanının kasaba törenleri. Çoktan ölmüş annenin, anneannenin, dedenin solgun gençlik fotoğrafları. Zeybek kıyafetinde objektife bakan ciddi suratlı adamlar. Unutulmuş bir zaman, unutulmuş fotoğraflarda hapsolup
MAVİMSİ ZAMAN
I
Bir kuşun havada çizdiği yuvarlak
Çok dar sonsuzluğun boynu bükük
Doğru alnından vurulmuş güzel tutsak Gürültülerle çürüyor eski büyük
Kulelerin içinde uğuldayarak