Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı
Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin
Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin
Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların
tüy renkli sıcaklığı.
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz sisin dere
Narziss ve Goldmund varoluşsal zıtlıkların meydana getirdiği evrenin iki zıt ucu.Ölüm ve yaşamın ,İyi ve kötü ve de birçok tezatın iç içe olduğu tabiatta zıtlıkların birbirini yok etmediği aksine birbiri ile ahenk oluşturduğuna dair bir ortaçağ keşfine çıkarız.Eser manastırdaki bir kestane ağacının tasviri ile başlar.Ağaç ulviliği,sağlamlığı ile
Yasa, bir kötülüğe, daha büyük bir kötülük ile karşılık vermek midir? Töre, bir yanlışı daha büyük bir yanlış ile düzeltmek midir?Adalet, bir suçu daha büyük bir suç ile cezalandırmak mıdır?
".... Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim,
Sen ve ben, birlikte güleceğiz kasırgayla Ve ikimiz, mezarlar kazacağız içimizde ölenler için, Şevkle tutunacağız güneşe, Tehlikeli olacağız!"
Arşidük Rudolph’un mezarını görünce
Maria Vetsera'yı düşündüm bütün gece
O talihsiz kahramanları yasak bir aşkın
Mayerling'de bir oda, her yer darmadağın
Aşk, çaresizlik ve geceyi yırtan iki kurşun sesi
Taptaze iki ömrün ayni anda bitmesi
Beyaz çarşaflarda kıpkırmızı kan
Dışarda vahşi bir gece, vahşi ve uluyan
Arşidük Rudolph ve halktan bir kadın
Cezası ölüm kadına asil olmamanın
Ölümden sonra da ayrılık uzak mezarlar
Öyle bir ayrılık ki sürecek kıyamete kadar
Kırallar mezarlığında Rudolph'un mezarı
Kinle ve nefretle sıkılmış avuçları
Açık gözleri hala babasına yalvarıyor
Açık mavi gözleri hala sevdiğini arıyor
Maria'nın vücudu şimdi bir kemik yığını
Geç de olsa öğrenmiş asil olmadığını...
Ve bir anda yüreğini dolduruveren sevgi ve acıma dalgası, oğulu ölmüş babanın anısına doğru götüren ruh devinimi değil, olgun bir adamın haksız olarak katledilmiş çocuk karşısında duyduğu çalkantılı acımaydı- burada bir şeyler doğal düzene uymuyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse, düzen diye bir şey yoktu, oğulun babadan daha y aşlı olduğu yerde çılgınlık ve kargaşa vardı yalnızca. O, görmediği bu mezarlar arasında kımıldamadan dururken, çevresinde zamanın gerisi de parçalanıyor ve yıllar sonra doğru akan bu büyük ırmağa göre düzenlenmez oluyordu.