«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte biçok ileri ulusların
Modern çağda kadınların ve özellikle "Araf ruhlarının," yani herhangi bir monastik tarikata üye olmamalarına rağmen çileci ve dindar bir yaşam tarzı sürdüren kadınların ibadete katılımını baştan tasarlayarak, dinsel otoriteler için bir endişe kaynağı oluşturan bizzocaların ataları sayılabilecek beguinalar [kendilerini dine adayan seküler kadınlar] özellikle Fransa, Almanya ve Flandre'ye yayılır. XIII. yüzyıldan itibaren, erkeklere özgü tarikatların yanı sıra, Clarissalar, Dominikanlar ve Augustinusçular gibi kadın tarikatları ortaya çıkar. Kadınlar evlilik kurumu içerisinde bekaret yoluyla, dul kaldıkları takdirde de kendilerini duaya ve dünyevi sorumluluklara adama yoluyla yeni azize modellerini öne sürerler.
Melek yüzlü ama şeytan gönüllü kadınlar görmeye alıştım artık ben, güzel kadın gördüm mü aklıma kötülük gelmesi bundandır. Gökdelenlerin plazaların, modern işyerlerinin, alışveriş merkezlerindeki uluslararası lüks markaların, yabancı isimli lokantaların yüksek topuklu kadınları bunlar. Sıkı içki içen, her cümlenin yarısını Amerikan aksanıyla ingilizce söyleyen, iyi egitimli, mis gibi kokan kadınlar;
bakire olmayı ya da ilk deneyimi kiminle yaptığını zerre kadar umursamayan kadınlar. (Boyle bir sevgili beni terk ederken, ilk erkegini unutmazsın herhalde dedigimde yüzüme gülmüş, orta çağda mı yaşıyoruz beyefendi, diye alay etmişti. Oysa ben, Çinlilerin "kadın ilk,
erkek ise son aşkını unutamaz" sözüyle avutmaya çalışıyordum kendimi. Sanılanın tersine, erkekler romantizmin kadife yastığına daha çok yaslanma gereksinimi
İçindeler artık.)
Bill Clinton, Londra'da BBC ile Dimbleblye Vakfı'nın ortaklaşa düzenlediği Dimbleblye Konuşmaları çerçevesinde 14 Aralık 2001'de yaptığı konuşmada şunları söylemişti: Çoğumuz farklılıklarımızın önemli olduğunu ve hayatımızı ilginç kıldığını, ancak ortak insanlığımızın daha önemli olduğunu düşünürüz. Yirmi birinci yüzyılda hangisi daha önemli
Silik bir insan olmayı düşlemişti. Silik, sıradan, göze carpmayan biri. O kadar ki, ilişkisi olan hiçbir çevrede, biraz göze batan bir kadın ona bakmasın. Hemen hemen hiçbir kadın onunIa ilgilenmesin. Belki, sonra, ileriki yaşlarda sıradan bir kadınla, bir ’insancık’la biraraya gelirlerdi. Bütün silik insanları, çalışan, ezilen, giysileri gözalmayan, modern yaşamla ilgili hiçbir iz taşımayan yığınla insanı gerçek bir gıptayla düşünmüştü. Akşamları bir kadeh rakısını koyup, evinin önünü sulayarak oturan o alçakgönüllü bütün bir halk! Biliyordu ki, artık yaşadığımız çağda ’bunaltı’ gelecekti; erken ya da geç. Burda ya da başka yerde. Bütün o bir köşeye çekilmiş, alçakgönüllü yaşayan insanlara da gelecekti, bilinmeyen bir yaşta bunaltı. Öyle bir çağdaydı ki, bunalım mutlaka gelecekti: kırk yaşında ya da altmış yaşında.