Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yaïr

Yaïr
@nair
Sıkı Okur
7000 (30.03.2024)
İstanbul/Beykoz
9 Haziran 1999
387 okur puanı
Mart 2018 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
İşte, ya Rab, burada zorlanıyorum ve kendi varlığımı da kavramakta zorlanıyorum. Kendi kendime zorluklarla dolu, ter dökülüp emek harcanan bir toprak hali ne geldim. Çünkü şu an üzerinde çalış­tığım konu göğün kuşaklarını araştırmaya benzemiyor, yıldızlar arasındaki mesafeyi ölçmüyoruz ya da dünyanın boşlukta nasıl dengede durduğunu da incelemiyoruz. Araştırma konum hatırlayan bir varlık olarak ben, zihin sahibi bir varlık olarak ben, kendimim. Aslında ben olmayan bir şeyin benden uzak olmasına şaşırmamam gerekir. Ama bana benden daha yakın bir şey olabilir mi? Gerçekten de bendeki hafızanın gücünü anlamıyorum, bu güç olmaksızın kendimle ilgili hiçbir şey söyleyemeyeceğim halde. Çünkü ne söyleyebilirim ki , unutmayı hatırlayabildiğimden bu kadar eminsem? Hatırladığım şey hafızamda değil mi diyeceğim yani? Ya da unutma, unutkan olmamam için hafı­zamdadır mı diyeceğim? Her ikisi de çok saçma. Üçüncü bir çıkar yol var mı?
Reklam
(...) Dürüstlüğün elinde tutsaktı. Suçsuzluk denen şu mumya kutusunun içine hapsedilmişti. Sırtında, bir cani için ezici olan melek kanatları vardı. Genel saygının altında ezilmişti. Namuslu bir adam olarak kabul edilmek zordur. Kötü düşünüp iyi konuşmayı dengede tutmak ne güç bir çabadır! Cinayet hayaliyken dürüstlük hayaleti olmuştu. Bu mantıksızlık onun yazgısı olmuştu. (...)
Çalışma hayatımın Atatürk'ün kurduğu yeni devlette başlaması benim için büyük bir talihti. Savaşlarla yıkılmış, yorulmuş, yoksullaşmış bir ülkede, O'nun yeni bir vatan yaratan ordusunun neferi idim. Maddi olanaklarımız sınırlı, yapma ve başarma isteğimiz sınırsızdı. Destek olanlar, hız verenler, yüreklendirenler vardı. Gizli açık çelmeleyenler, atılımcı ruhu köreltmek isteyenler vardı. Karmakarışık ruh halleri içinde, kafaları, yetişkinlikleri ve yürekleri çok farklı insanlar hep beraber Atatürk'ün Türkiye'sini yaratıyorduk. Ölümünün arkasından yeni bir Dünya Savaşı gelmiş, yeni insan tipleri ortaya çıkmıştı. İnsanları tanıdıkça, hızla değişen yeni ortamlarda onlarla tekrar tekrar karşılaştıkça, insana yansıyan büyük değişimi daha iyi görmek ve anlamak heyecanım artıyordu. Hayatı yapan gerçek unsurun insan olduğunu biliyordum. Yaşam notlarımı tutarken, insanlar üzerindeki bilgimi ayrı notlar haline getirmeye başladım ve son 35 yılda, kendim için onlardan büyük bir hazine meydana getirdim. Şimdi 85 yaşımda, bu gizli servetimi genç insanlara, bugünü ve yarını yaşayacaklara açıyorum. Yirminci yüzyılın sonlarında ve gelecek yüzyılda insanların, toplu yaşamının ve toplu çalışmanın yeni biçimleri içinde bunalmak, yok olmak istemiyorlarsa, insanı öğrenmek zorundadırlar. Benim çağdaşım Alman yazar Erich Maria Remarque'ın ünlü romanı nasıl "İnsanları Seveceksin" diyorsa, ben de çağdaşlarıma "insanları öğreneceksin" demek istiyorum.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hiç şüphesiz, saflar yanılıyorlardı ama, düşünürler de haklı değillerdi. Bilmece sürüp gidiyor.
Dupduru deniz suyunun içinde, pek çok kez beklenmedik değişik biçimde, oldukça iri hayvanlar görmüştü: Denizanası türünde bir yaratık; suyun dışında yumuşak bir billura benzer, suyun içine yeniden atılınca, saydamlık, renk eşitliği, kaybolacak derecede, oradaki ortama katılır. Bundan şu sonuca ulaşmıştı: Değil mi ki canlı saydamlıklar suda yaşıyordu, bunlar kadar canlı daha başka saydamlıklar da havada yaşayabilirlerdi pekâlâ. Kuşlar hava yaratıkları değillerdir; onlar hem havada, hem de karada yaşıyorlardı. Gilliatt ıssız havaya inanmıyordu. Diyordu ki: “Madem deniz doludur, hava neden boş olsun?” Hava rengindeki yaratıklar ışık içinde görünmez olurlardı, böylelikle de gözümüzden kaçabilirlerdi; bunların havada bulunmadığını kim kanıtlayabilir?
Reklam
(...) Pauline, benden uzaklaş, bırak beni! Benim yüzümden mutsuz olduğunu bilmektense dünyanın bütün acılarına katlanmayı yeğlerim. Ama belki de yanımda onu kovacak beyaz, güzel eller olmadığı için ruhumu ele geçiriyor şeytan. Hiçbir zaman bir kadın, avutmalarının merhemini sürmedi tenime; bu yüzden bilmiyorum, bu bezginlik anlarında aşkın başımın üstünde kanat çırparak ruhuma yeni yeni güçler verip veremeyeceğini. Bu amansız yazgı belki de yalnızlığımın bir meyvesi; zenginliklerinin bedelini görülmedik acılarla ödeyen, yüzüstü bırakılmış ruhun sancılarından biri. Hafif hazlara hafif acılar yaraşır; uçsuz bucaksız mutluluklara da görülmemiş sıkıntılar. Ne korkunç bir yargı!
— Gerçekten mi? — Hem de ne gerçekten!... ben size bir şey diyeyim, aklınızdan çıkarmayın Profesör Y... inanmadığım şeyi de söylemem, onu da bilin ayrıca!... velhasıl diyeceğim o ki, bizim defteri dürdüler! — Demeyin öyle! demeyin!
Felsefe tarihçisi, felsefi karşıtlıklar daha iyi anlaşılsın diye genellikle rutinleşen kategorileri harekete geçirme tuzağına düşmemelidir. Ne yazık ki, felsefe sosyolojisi kısmen de olsa, bir tür gerçekçi yanılsamanın kurbanı olmuştur; zira bilimsellik iddiasındaki sosyolojiyle hegemonya derdine düşmüş felsefe arasındaki kavgayı sorgulamaksızın yeniden üretir: Öyleyse, onu özel bir alandaki antagonist pozisyonlar mantığıyla değerlendirdiğimizde, felsefi tarihyazıcılığının efsanevi figürü, ama aynı zamanda Bergson'un geliştirdiği hafıza sorunsalının mirasçısı da olan Maurice Halbwachs'ın izlediği yolu nasıl anlayacağız? Burada, pozitivizmden mülhem bir sosyolojiyle hafızanın neospiritüalist tanımı arasında bir melezlenme olduğu ayan beyan ortada: Kolektif hafıza kavramının sosyolojideki kalıcı başarısı, onu, karşıtlık yapılarını ortaya koyacak pozisyonel alan kavramı araçlarının çok tembelce kullanıldığına ilişkin itirazın destekçisi haline getirir.
Neyse...
(...) Sabahın erken saatlerinde bir çayırlık manzarası. Kıvrım kıvrım uzanan bir nehrin aktığı bir vadinin trenden görülen, yoğun akşam sisiyle kaplı görüntüsü. Avrupa'nın öbür ucunda sevgilisinden ayrıldığı bir yer; sevgilisinin resmi unutulmuş, toprak yolların ve kamış damlı evlerin resmiyse dün gibi tazeydi. Başka bir sevgiliden geriye bir tek koltukaltı kıllarının kalması. Melodilerin tek tük bazı kısımları. Bir hareketin kendine mahsus durumu. Ruhların derin heyecanından gelen şiddetli sözler yüzünden vaktiyle dikkate alınmamış olup bugün bu unutulmuşların yanından sağ çıkan çiçek tarhı kokuları. Bir insanın farklı farklı yollarda düştüğü neredeyse acınası haller: içlerindeki yaylar çoktan kırılmış bir dizi oyuncak bebek gibi. Böyle resimlerin dünyanın en geçici şeyleri oldukları söylenebilir ama bir an gelir, tüm hayat çözülüp böyle resimlere dönüşür; hayat yolunda bir tek onlar kalır, insan bir tek onlardan kaçıp onların yanına gitmiş gibi olur, kader de kararlara ve fikirlere değil, bu esrarengiz, kısmen de manasız resimlere itaat etmiştir. Ama övünüp durduğu bütün çabaların bu anlamsız aczi, Ulrich'i neredeyse ağlatacak kadar duygulandırırken uyku sersemliğiyle acayip bir his inkişaf ediyor yahut insanın neredeyse, etrafında acayip bir hissin vuku bulduğunu söyleyesi geliyordu.
Saat yüzüne karşı geçecek, Yara bere içinde düşünecek olana karşı!
Reklam
Uzayda bir geometri olduğu gibi, zamanda da bir psikoloji vardır ve düzlem psikoloji hesapları, bu psikolojide geçerli olmaz, çünkü düzlem psikolojide, Zaman ve bü­ ründüğü şekillerden biri, yani unutuş, göz önüne alınmamış­ tır; gücünü hissetmeye başladığım unutuş, gerçeğe adaptasyonda çok güçlü bir etkendir, çünkü içimizde, sürekli gerçekle çatışarak yaşayan geçmişi yavaş yavaş yok eder.
Ancak sahip olduklarımız ölçüsünde var olur, ancak gerçekten yüz yüze geldiğimiz şeylere sahip oluruz; bir­ çok hatıramız, ruh halimiz, düşüncemiz, bizden uzaklara, yolculuğa çıkar, onları gözden kaybederiz. O zaman da, benliğimiz diye tanımladığımız toplamın içinde, onları hesaba katamayız. Ama onların, içimize nüfuz etmek için gizli yolları mevcuttur. Bazı geceler, artık Albertine'i neredeyse hiç özlemeden uyumuş­ ken, -insan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir- uyandığımda, açıkça seçebildiğim bir hatıralar filosunu, bilincimin en belirgin sularında seyreder halde buluyordum. O zaman, bir gece önce benim için bir hiçlikten ibaret olan, şimdi açıkça görebildiğim şeyin ardından ağlıyordum.
Evimdeki o tatlı varlığınız, bende yalnız kalamamak gibi kötü bir alışkanlık yarattı.
Aslında, kederim o kadar çok şekil değiştiriyordu ki, ba­zen onu tanıyamıyordum bile; büyük bir aşk yaşamak, benimle birlikte yaşayacak birini bulmak istiyordum; bu da bana, Albertine'i artık sevmediğimin işareti gibi görünüyordu, oysa onu hâlâ sevdiğimin kanıtıydı; çünkü büyük bir aşk yaşama ihtiyacım, tıpkı Albertine'in tombul yanaklarını öpme arzusu gibi, özlemimin bir parçasıydı sadece. Ancak Albertine'i unuttuğum zaman, aşksız yaşamayı daha akıllıca bulabilir, daha mutlu bir hayat gibi görebilirdim.
"Hayat" ne kelime! Daha da fazlasını istiyordum. Ölümün, sonsuza dek, beni çeşitli haz- lardan mahrum etmesine karşı çıkıyordum; oysa bu hazlardan bizi mahrum eden tek şey ölüm değildir. Çünkü ölüm olmadan da, hazlar sonunda körelir, zaten alışkanlığın eskimesiyle, yeni meraklar yüzünden körelmeye başlamışlardı bile.
2.546 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.