...Almanya'da naziler iktidara geliyor ve birdenbire çok kaliteli bir grup, işsiz kalıyor.Bunun için Philipp Schwartz önderdeliğinde İsviçre'de bir teşkilat kuruluyor ve işssiz kalan hocalar için dünyanın çeşitli yerlerinde iş aranmaya başlanıyor ve Atatürk'e müracaat ediyorlar.Atatürk, "Alanında en iyi olanları istiyorum." diyor ve Schwartz bir süre sonra bir liste ile Mustafa Kemal'in yanına geliyor. Burada diş hekimliği ile ilgili enterasan bir olay yaşanır.Atatürk'e teslim edilen listede büyük diş hekimi Alfred Kantorowicz'in üstü çizilmiş.Atatürk sebebini soruyor Schwartz, "Efendim, bu arkadaşımız diş hekimliği alanının en iyisidir, fakat ne yazık ki kendisi bir sosyal demokrattır.Şu anda Lichtenburg Konsantrasyon Kampındadır, bunu getiremeyiz.Reich Hükumeti bunu bize teslim etmez.Bu sebeple listenin ikinci sırasında olan arkadaşı size öneriyorum" diyor. Bunun üzerine Atatürk, "Sen onu bana bırak" anlamında bir şey söylüyor ve hemen Almanya'ya bir mektup yazılıyor.Profesör Kantorowicz isteniyor.Bu mektuba iki ay cevap gelmiyor.Schwartz zavallı, elindeki listeyle tekrar geliyor."Ekselans" diyor, "Zat-ı alinize arz ettim, vermezler bu adamı.Arzu ederseniz listenin ikinci sırasındaki arkadaşla irtibata geçelim." diyor.Atatürk, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı çağırıyor, "Hemen Rich Hükumetine bir nota çek" diyor."İki ay mektubumuza cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti'ne kasıtlı bir hakaret midir?" 48 saat sonra Prefesör Kantoroviç serbest bırakılıyor ve İstanbul'a geliyor. Kantorowicz geliyor ve Türkiye'de diş hekimliğinin kurucusu oluyor.
"Kızılderililer, naziler, çekik gözlüler, komünistler filan hep demodeydi. Hollywood' un yeni modası, Müslümanlardı. Çünkü kahraman(!) Amerikalıları senelerdir hayran hayran seyreden Müslümanların haberi yoktu ama... 11 Eylül den hemen sonra, Bush' un sağ kolu Karl Rove, sinema endüstrisinin devleriyle Beverly Hills' te biraraya gelmişti, 'yeni senaryo' lar ele alınmıştı. Ve, bir başka moda başlamıştı... Hollywood' un beyazperdedeki rolü kesmemiş, gerçek hayatta da rol üstlenmeleri istenmişti. İyi niyet elçisi rolü. En ünlüleri Angelina Jolie. Afganistan' a gitti, Kosova' ya gitti, Pakistan' a, Sudan' a Libya' ya gitti. Tunus' a, Irak' a, Mısır' a gitti. Her gittiği yerin altı üstüne geldi! Üç sene önce Türkiye' ye uğradı, Suriyeli mültecileri ziyaret etti, o günden beri Amerikan uçakları Suriye topraklarını bombalıyor. Dün gene Türkiye' deydi. Habire Türkiye' ye gelmeden önce, habire nereye gidiyordu biliyor musunuz... Suriye' ye. Esma Esad' un kankasıydı. Zırt pırt Şam' a gidiyor, Suriye' ye sığınan Iraklı mültecilere iyi niyet gösteriyordu. Hatta, Suriye' ye üçüncü gidişinde, Brad Pitt' i de yanında götürmüştü. Beşar Esad makam otomobilinin direksiyonuna geçmiş, Brad' i gezdirmişti. Bastığı yerde ot bitmeyen Angelina' yı görünce, yazayım dedim bari... Bu kafayla gidersek, bizi kurtarmaya Denzel Washington mı gelir, Sandra Bullock mu, orasını bilemem gari!"
Sayfa 43 - Kırmızı KediKitabı okudu
Reklam
Naziler ve Türkiye
Almanlar, II. Dünya Savaşı'nda sadece İstanbul'da değil İzmir, Ankara, Kayseri, Çanakkale gibi illerimizde de birçok araştırmalar yaparak ne kadar Musevi yaşadığını bilmek istemişlerdir. Herhalde o zamanlar Türkiye'de bir milyon Musevi kökenli insan olsaydı, Almanlar ilk fırsatta Türkiye'ye de saldırırlardı. Türk Musevilerinin akıbetleri, Avrupa'daki yoldaşlarından farklı olmayacaktı.
Sayfa 43
Attila İlhan'ın ülkücüler hakkındaki görüşleri
Attilâ İlhan- Ülkücüler aslında geniş bir konu, fakat kısaca şöyle söyleyeyim. Onlar Türkçüler'dir, onların asıl adı Türkçüdür; Türk tarihinde de Türkçü olarak görünmüşlerdir ve evvela da bizde değil Rusya'da görünmüşlerdir. Rusya'da ilk defa ortaya çıktılar ve hareketleri yenileşmeci, antiemperyalist bir hareketti; çünkü Rusya'ya karşı, Ruslar'a karşı bir hareketti. Böyle bir hareket Türkiye'de bilahare 194O'lı yıllarda birleşik bir hale gelecek yerde bölündü. Bölünmesinin gerisinde de ne yatıyordu? Almanlar ve Naziler'in parası yatıyordu. Naziler Türkiye'de bir faşist hareket örgütlemeye karar verdiler ve bunun için içlerinden birkaç tanesini ele geçirdiler ve o yüzden Türkiye'de o zaman ırkçı, Turancı diye bir hareket çıktı. Bu hareketin içinde gelişmiş, yetişmiş olan kişilerden bazıları sonraki Ülkücüler'in mayasını teşkil ettiler. Ülkücülükle ırkçı Turancılığın gerçek Türkçülükle bir ilgisi yok bence. Çünkü bunlardan bir tanesi Alman emperyalizminin, ikincisi de Amerikan emperyalizminin etkisi altındaydı. Ama salt Türkçüler, yani memleketini, insanlarını seven kişiler, bağımsızlığı seven ve emperyalizme karşı olan kişilerle ne gibi bir meselemiz olabilir ki? Onlarla ancak memleketin bağımsızlığı, memleketin geleceği için aynı safta oluruz. Öyle de olmamız lâzımdır, aynen Mustafa Kemal Paşa'nın vaktiyle yaptığı gibi. Nasıl Mustafa Kemal Paşa, bir tarafında komünistler vardı, bir tarafında Ülkücüler, yani Türkçüler vardı, bir tarafında Müslümanlar vardı, o vardı ve hepsi beraber oldular. Bu devleti öyle kurdu. Şimdi eğer tehlikedeyse öyle savunmak zorundayız, başka yolumuz yok.
1990’ların başında ABD, CIA eski Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze gibi görevlileriyle Türkiye’de Nurculuk ve Nakşibendilik gibi cemaatlerin güçlenmesine çalışmıştır. Türkiye’nin ABD eliyle din devletine ve federasyona doğru sürüklendiği 1990 yılında bu sürece engel olacağı düşünülen ulusalcı-Atatürkçü aydınlar öldürülmeye başlanmıştır. ABD politikalarının Türkiye’deki baş aktörü Turgut Özal’ın Türk Ceza Yasası’nın din devleti kurulmasına engel 163. maddesini kaldırmak istemesine tepki gösteren aydınlardan Muammer Aksoy 31 Ocak 1990’da öldürülmüştür. Ardından 7 Mart 1990’da Çetin Emeç, 4 Eylül 1990’da Turan Dursun ve 4 Ekim 1990’da Bahriye Üçok öldürülmüşlerdir. Özal’ın Ocak 1993’te imam-hatip okullarını bitirenlerin de Harp Okulu’na girmelerine engel olan yasayı değiştirmesini 22 Ocak 1993’te Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde “İmam Subay” başlığıyla eleştiren Uğur Mumcu da bu yazısından sadece iki gün sonra öldürülmüştür. Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde “Asker, Polis ve Naziler” başlıklı bir yazıyla laiklikten verilen tavizleri eleştiren Ahmet Taner Kışlalı da tıpkı Uğur Mumcu gibi bu yazısından sadece iki gün sonra, 22 Ekim 1999’da öldürülmüştür.
Sayfa 38 - Inkılâp kitabeviKitabı okudu
Türk sorunu Paris te. .1920
"Ingiltere Türkiye deki milliyetçi hareketi dikkate almak zorunda olmadığına inanıyorsa ,muhtemelen yanılıyor .. Türkler kamçıyla ya da makineli tüfekle kontrol edilebilinen Mısır ya da Hindistan değil "
Reklam
186 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.