Tanıtın bakalım.
Merak ediyorum, siz nasıl tarif edersiniz kendinizi? "Bana kendinden bahsetsene biraz," desem size, cevap verirken hangi kelimelerden, sıfatlardan yardım alırsınız? "Güçlü" der misiniz mesela kendiniz için? Yoksa "Güçsüz biriyim" demek daha mı uygun? Her şeyi kafasına takan biri misiniz? Yoksa gamsız mısınız? Yaşınız geliyor mu aklınıza kendinizi tarif ederken? Peki ya cinsiyetiniz? Cinsel yöneliminiz? Toplum içindeki rolleriniz? Medeni durumunuz? Eksik bulduğunuz şeyler var mı kendinizle ilgili? Misal, özgüvensiz bulur musunuz kendinizi? Veya korkak der misiniz kendiniz için? Yoksa çok mu cesursunuz? Mutlu bir insan mısınızdır? Yoksa melankolik misiniz? Küçük şeyler yeterli midir yüzünüzü güldürmeye, yoksa kolay memnun edemez mi kimse sizi? Eğlenceli biri misiniz? Yoksa sıkıcı mısınız? En sevdiğiniz özelliğiniz ne? Peki ya en sevmediğiniz? Siz o sarı yapışkanlı kağıda ne yazardınız? Siz kimsiniz?
"En kötüsü ... esiri olmaktır." Boşluğa ne yazardınız?
Gökyüzünün gri bulutları ruhlarını ezen bir ağırlık gibi çöküyordu esirlerin omuzlarına.
Reklam
Eğlenceli biri misiniz? Yoksa sıkıcı mı? En sevdiğiniz özelliğiniz ne? Peki ya en sevmediğiniz? Size sarı yapışkanlı kağıt verseler ne yazardınız? Siz kimsiniz?
Tozlar bile işe yarıyor bazen;)(siz ne yazardınız?)
Kanepenin köşesine oturdu ve masanın tozları üstüne, "Olga," yazdı.
siz ne yazardınız ölürken?
Avcumda kesik, avcumda kan var. Kan değil, bulamaç bu, çamur bu, koyu, kara, tuzlu, isli, yanık, kavruk, zift gibi ve de kes, kes, kes, kesmiyor susuzluğu. Bir de Yurdanur, bir de o kahpe ölümün rengi, ne siyah, ne de öyle beyazlaşmış kefenlerdeki gibi... Sarı, boz ya da en olmadı mai... Başkası yok
Sayfa 338 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Aile içindeki karmaşa okul yıllarıma da yansımıştı. Asla parlak bir öğrenci değildim; bu konuda hiçbir iddiam da yoktu. Vasat çizgide, sessiz sedasız yol almak yetiyordu bana. Duygusal karmaşıklıklarımı yenip kendimi toparlayamıyordum bir türlü. Kalabalıklar içinde tek başınaydım. Ne kadar gayret etsem, sosyal ortamlarda varlık gösteremiyordum. Duygusal karmaşıklıklarımı yenip kendimi toparlayamıyordum ki! Başarılı olduğum tek ders edebiyattı. Özellikle de kompozisyon. Yazma yeteneğimi ilk keşfedense edebiyat hocam.. oldu. “Çok mu kitap okuyorsun sen?” diye sordu bana. “Evet” dedim utana sıkıla. Doğruydu, kendimi bildim bileli, her fırsatta bir odaya kapanır okur, okur, okurdum. Bir seferinde de, yazdıklarıma bakıp, “Bu kadar duygu birikimini nasıl toparlıyorsun?” demişti hocam. “Annem sayesinde!” diyemedim. “Benimki gibi bir anneniz olsaydı, siz de neler neler yazardınız... Mutlu insanlar çok iyi yazamaz!” demeyi de gereksiz buldum. Çevresine aşırı neşe saçan, bu işi görev edinmiş gibi davranan insanların içlerinin kof olduğunu düşünürdüm hep. Hâlâ da aynı fikirdeyim. Bana göre, acılarıyla derinleşiyor insan, derinleştikçe de anlam kazanıyor. Hayatın anlamı da acı çekmek ve onlara karşı koyabilmek için umarsızca çabalamak değil mi zaten? Ötesini düşünemiyorum bile. Yaşadıklarımın benliğime yansıması, daha fazlasına izin vermiyor.
Reklam
15 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.