Ölüm gerçeği olağan bir kurgu içinde nasıl bu kadar derinlemesine ve hakikatle işlenebilir? Kitabı okurken aklımda dönüp duran soruydu bu. Sona ulaştığımdaysa Tolstoy’un kabiliyetinin tam da bu sıradanlıktan geldiğini keşfettim.
Yazar, karakterinin yaşamını öyle usta bir sadelikle yansıtmış ki gündelik uğraşları ve tasalarıyla İvan İlyiç aslında bizden pek de farklı değildi. Çoğumuz gibi hayatını belli bir düzende sürdürüyor, gelecek için heyecan duyuyordu. Hedefleri ve arzuları, ailesi ve yakınları vardı, tabi ki ölümü de yaşadı. Tolstoy, onun yaşantısıyla benzer yanlarımızı ortaya dökerek aslında hepimizi bekleyen o ortak kaderin bilincine varmamızı istedi, benim açımdan pekâlâ bunu başardı da. Gerçekçi betimlemeleriyle ölümün ağırlığını, hayatla ölüm arasındaki sorgulamalarıyla içinde bulunduğum anın değerini hissettim. Bize verilen yaşama pamuk ipliğiyle bağlı oluşumuz geldi aklıma ve yaşama daha sıkı tutunmamız gerektiğini bir kez daha idrak ettim. O an geldiğinde, deneyimleyemediklerimiz adına pişmanlık duymamak için hayatı dolu dolu yaşamanın ne kadar önemli olduğunu anladım.
Ben de yoğun duygular uyandıran bu kitabın okunması gerektiğine inanıyorum.