Medresenin ciddiyeti yanına hocaların ilimdeki üstün seviyeleri de katılınca bu kurumlar dönemin ilmî şöhretlerinin toplandığı kurumlar haline gelmişlerdir. Bu hususu, hocalar hakkında söylenenlerden tespit etmek mümkündür. Ebü İshak eş-Şîrâzî (v. 1083), fıkıh ilminde deryalar misali, hilâf ilminde de asrının imamı ve önderi idi. Yetiştirdiği öğrencileri o kadar çoktu ki Sultan Melikşah'a elçi olarak Horasan'a giderken uğradığı her beldenin kadısı, müftüsü veya hatibi onun yetiştirdiği öğrencisiydi. Nişâbur Nizâmiye Medresesi'nde otuz yıla yakın müderrislik yapan İmâmü'I-Haremeyn el-Cüveyni'nin (v. 1085) şöhreti doğu ve batıyı tutmuştu. Fıkıh, usul ve kelâmda yeryüzünün en bilgili şahsiyeti olup derslerine devrinin seçkin âlimleri de katılırdı. Ebû İshak eş-Şirâzî, onu, "imâmü'l-eimme" (imamlar imamı-âlimler âlimi) olarak nitelendiriyordu. Abdülgâfir el-Fârisî, "Gözler ondan önce böyle bir âlim görmedikleri gibi, ondan sonra da böyle bir âlimi göremeyeceklerdir" derken, Ebü İshak eş-Şirâzî de, "Eğer o bugün peygamberliğini ilan etse, ikna gücü sayesinde mucize izhar etmeye ihtiyaç hissetmezdi" demek suretiyle Cüveyni'nin ilmî gücüne işaret etmektedir.