Bir kedim,bir balığım,bir kuşum yok.Kendi varlığımı bazı ailevi bağların ya da bazı canlı türlerinin yokluğu üzerinden tanımlamam beni acınır bir kadın konumuna düşürmüyordur umarım.Eğer öyleyse insanlar bana acısın istemiyorum.Oturup kendilerine acısalar daha iyi olur.Onların en büyük acısı,acısız olmalarıdır.Onlar bunun farkında değiller.Çünkü acı çekmiyorlar.Denilebilir ki yoktur acısız kimse bu dünya dehlizinde.Herkesin bir acısı vardır,iki satır arasında yaşadığı.Evet,haklı olabilirler.Ama asıl acılık dünyevi acıların üstünde bir acın var mı yok mu sorusuna verilecek cevapta gizlidir.
Sayfa 51
28 Şubat atmosferine girildiğinde iki tür adam görüldü bizim mahallede, birinci tür "Şimdilik bir sinelim de sonra nasılsa şey ederiz" diyen aptal bir canlı türüydü. Direniş kırıcılık, devlete istihbarat sağlama, ortama uyma ve benzeri her türlü naneyi yediler. Ve nedendir bilmem, 28 Şubat bittikten sonra en acayip mağdurlar onlar oldular. Aslında "nedendir bilmem" diyorum ama bunu her seferinde yaşıyoruz. Misal fetö'ye salya sümük dua yazıları yazan, "hocama bunu söyletmem" diyen adamlar ve kadınlar da şimdilerde en büyük fetö mağduru pozu kesiyorlar. Frıldaklı mırıldaklı işler. Hiç anlamadım, asla da anlamayacağım bu türden bir dansözlüğü. İkinci tür ise "direnen" taraftı işte. 28 Şubat'a karşı sesini yükselten, mücadelesini veren taraf. Beyazıt'ta meydanlar dolduran, gazetelerinde-dergilerinde-ekranlarında ses veren, "Bu Memleket Bizim" diyerek darbeye elinden geldiğince direnen tür. Bu türün içinde her türden yiğit bulurdunuz.
Sayfa 108 - İsmail Kılıçarslan/KumandanKitabı okudu
Reklam
Laleler..
Kolay heyecanlanır laleler, kış geldi ya buraya. Bak, nasıl bembeyaz her şey, nasıl sessiz, karlar altında. Dingin olmayı öğreniyorum, uzanarak sessizce kendi yanıma, Nasıl uzanmışsa ışık bu beyaz duvarlara, bu ellere, bu yatağa Hiç kimseyim ben, işim yok patlamalarla. .
Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar? ...Onlar ne olacak? Onlar da, gögüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da, yaşamak demeye devam edecekler!
Sayfa 251Kitabı okudu
Diğer bütün mesleklerde olduğu gibi, öğretmenler arasında da bu mesleğe layık olmayan, öğretmen ruhundan yoksun insanlar bulunduğunu biliyorum. Bu insanlara sanatkar bile diyemeyiz, onlar öğretmen emeğine saygısı olmayan, hatta bu mesleği lanetleyen birer gündelikçidir. Kendilerine arkadaşça tavsiyem var -lütfen, okulu bırakın! Kendinize farklı bir iş bulun, yazıhaneleri dolaşın, tüccar olun. Her türlü işi yapın, ama canlı bir ruha ve derin bilgiye sahip insanların bulunması gereken yerleri işgal etmeyin.
Sayfa 91
“Bismillâh cennet bahçelerinden bir bahçedir ve her harfinin özel bir açıklaması vardır: • Bâ harfi, Allâh’ın altı ismine işaret eder: 1) Bârî: Arş’tan ferşe her şeyi eşsiz ve örneksiz bir şekilde yaratan. “O, Yaradan ve varlıkları eşsiz ve örneksiz bir şekilde meydana getirendir.” 2) Basîr: Arş’tan ferşe her şeyi gören, bilgisiyle
Reklam
Okunmalı...
Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir «farz-ı ayn»dir. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir. Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta başarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şeytanın
Çelik YayıneviKitabı okudu
Kadınların kandırma sanatının erbababı olması mı?
Öncelikle güzellik gibi bir değerleri var ki bu onlar için her şeyin önünde gelir. Güzellik marifetiyle zalimleri bile dize getirip mazluma çevirirler. Nereden geliyor erkeğin kaba saba gövdesi, tüylü derisi, ormansı sakalı, hasılı gençliğe zıt görünümü. Yanıt çok basit: Aklından. Hatunlara ise kanlı canlı pürüzsüz yanaklar, şuh bir ses, ipeksi bir cilt kalır ki bunlar da onları ebediyen genç kalacaklarmış gibi göstermeye yeter de artar. Erkeklerin hoşuna gitmekten başka ne beklentileri var hayattan? Yoksa neden bu kadar yıkanıp, saç baş yaptırsınlar ya da sürüp sürüştürsünler, takıp takıştırsınlar, hatta bin çeşit naz ve cilve ile kandırma sanatının erbabı olsunlar.
Kelimeler! Sadece kelimeler! Ne korkunçtu onlar! Ne kadar apaçık, canlı ve insafsızdırlar! İnsan kelimelerden kaçamıyordu. Öte yandan kelimelerin ne incelikli bir büyüsü vardı! Biçimsiz şeylere esnek biçimler kazandırır gibiydiler. bir viyola ya da lavta sesini andıran tatlı bir melodileri vardı sanki. Sadece kelimeler... Kelimelerden daha gerçek ne vardı ki?
Tek bir canlı gibi yaşayan topluluk...
" Onlar için bireysel sınır ya da benlik gibi şeyler yoktu. Kim bilir belki de giderek karıncalar gibi oluyorduk. Tek bir canlı gibi yaşayan topluluk... "
Sayfa 131 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.