Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata
Açıkçası bende Türk yazarlara karşı ön yargılı bir insanım. Bunun nedeni de çoğunlukla değerlerimizle dalga geçmeleri ya da onları çok fazla ön plana koymalarıdır. Bu kitabı da bu tür hoşlanmadığım şeyler olmamasından dolayı sevdim sanırsam. Karakterler özellikle de Deniz'in karakteri çok hoş ve gerçekçiydi. Ama kendi kendime "Aralarındaki gerçekten gerçek aşk mıydı?" diye sormuyor değilim. Sanki sadece -Tuna'nın da belirttiği gibi- tensel bir çekişme vardı. Tabi bu konuda felsefe yapabileceğimi sanmıyorum. Neyse çok ağım şahım abartılacak kadar sevmesem de güzeldi.Ama dengesiz aşk ilişkilerini okumaktan bıktım. Karşıma öyle bir kitap çıkmalı ki vay be aşk bu demeliyim. Ama şimdiye kadar öyle bir kitap çıkmadı. Bir gün çıkması umuduyla...
Milli Mücadele gerçekten de milli miydi? Yani bir ülke topyekün varını yoğunu ortaya mı koymuştu? bize inkılap tarihi derslerinden anlatılanlara bakılınca bu soruların cevabı "evet" gibi görünüyor ama vaziyet hiç de öyle değil! Sodom ve Gomorre'de İstanbul sosyetesinin kendi menfaatleri uğruna her şeyi yapabilecekleri gayet çarpıcı bir şekilde anlatılmış. Ne yazık ki Milli Mücadele bittiğinde bu güruh ayakta kalmayı başarmış ve ülke kaderinde söz sahibi olmuştur. Cephede dövüşenler ise köylerine geri dönmüş ve yönetilenler haline rücu etmişlerdir.
“Kürk Mantolu Madonna” Hakkında Bazı Mülahazalar
Okuduğum kitaplarda beni en çok cezbeden şey anlatıdan ziyade yazarın iç dünyasına duyduğum tecessüstür. Bu bağlamda biraz Sabahattin Ali'nin hayatına da değineceğim bilahare.
Bir kapı daha aralanıyordu belleğimden içeri. Meçhul bir kuvvet çağırıyordu beni Raif Efendi'nin gizemli dünyasına. Kitabı
Vücuttaki kan pıhtılaşıyor, bazı organlar yirmidört saat sonra çürümeye başlıyorlar ya; saçlar tırnaklar ölümden sonra daha bir süre uzamaya devam ediyorlar. Kalp durunca duygular düşünceler de kayboluyor mu, yoksa kılcal damarlarda kalan kan sayesinde belli belirsiz bir hayat sürüp gidiyor mu? Ölüm olayı aslında korkunç bir şey; ya öldüklerini
Telsizler hemen çalıştı:
“Konuk, ayı avlamak istiyormuş!”
Konuk ki ne konuk, en büyük devletin en büyüklerinden…
O büyük devletle öyle sıkı fıkıyız ki, kardeşten öte.
Ne buyurursa o büyük devlet,biz hemen yerine getiririz, bir dediklerini iki etmeyiz; babamız, ağabeyimiz gibi bir devlet işte.
Bu koskoca dost devletin, koskoca büyüğü, ayı
TAMAM SAKİNİM
Yabancı yazarlar ile yerli yazarlar arasında önemli bir fark görüyorum. Yabancılar bir macera romanı yazarken, sadece bir macera romanı yazma amacı güderken, bizimkiler yazdıkları romanın hem herkesin hayran kalacağı hem de dünya klasikleri arasında sayılmasını bekliyorlar. Yanılıyorsam düzeltin ama ben şimdiye kadar Nobel edebiyat
İlk evladım Köksal 1969 yılında
ikinci evladım Serdar 1971
üçüncü yavrum Hakan 1973
dördüncü oğlum da 1975 yılında dünyaya merhaba demişti.
13 Kasım Cumartesi 1976 gününden bir gün evvel Serdar'ın dişi çok ağrıyordu. Sabaha kadar ağlamış hiç yatmamıştı. En küçük oğlumu abisine (Köksal) bırakarak Serdar'ı dişçiye götürmeye karar verdik. Serdar
OĞLUM 12 YIL UYUDUKTAN SONRA UYANDI...
Bir gün çok sinirlendi. Yine kendini balkondan atmak istedi. Zor ikna edebildik. Akşam oldu, onu uyuyor zannettim. Babasıyla ne yapacağımızı konuşurken bir ara "oğlumuzu olmazsa bağlayalım" diye ağlayarak anlatıyordum ki birden yatağından doğrulup sadece bana bakarak, "yazıklar olsun size,
Katılımcılar ve Yorumlar: #5801199
Kurallar: #5782014
(BUTUNLESTIRILMIS HIKAYE)
Islak, nemli ve soğuk bir akşamdı. Herkesin akşam yemeği için evlerine girip sıkıca kapısını kilitlediği Medine Sokak’taki lambalar yeni yeni ışıldamaya başlamıştı. Evlerden sokağa taşan çocuk çığlıkları
GÜNEŞ DEMİREL ~ ŞİMDİ BENİMSİN
Kapağı gibi simsiyah, kapkara başladı her şey.. Elif.. 19 yaşında, hayat dolu gencecik bir kız.. Fırat.. Diyarbakır da törenin, baskının kurbanı bir adam.. Beynine kurdukları örümcek ağı yüzünden yaptıkları affedilir gibi değildi. Ama hayat bu.. Kader.. Dinler miydi hiç laf söz ? Olanlar olmuş kader Elif'i bambaşka hayata sürüklemişti. Ölmek yerine, yaşamak zorunda bırakılmıştı. Artık Elif için hiçbir şeyin anlamı yoktu. Tek bir şey dışında.. ♡
Ah bu nasıl güzel nasıl duygu yüklü bir kitaptı böyle.. Sırf bitmesin diye azar azar okuduğum ama meraktan da içime sığmayan benim güzel kitabım. Son sayfalarında tutamadım gözyaşlarımı. Aktı gitti. Ama öyle içimden geldi ki ağlamak, Elif'e Fırat'a öyle alışmışım ki. Koca bir boşluktayım şimdi. Ben bu türk yazarlarımızı çok ama çok sevmeye başladım. Bundan önce okuduğum Gece ile Şafak 'tan sonra bu kitap da beni fethetti. Gerçekten harika bir kitaptı. En kısa zamanda okumanızı tavsiye ederim. Bu güzel kitap için https://1000kitap.com/gunes.demirel 'e sonsuz teşekkürler ♡ Ve tabi ki
Türk-Yunan nüfus mübadelesi 30 Ocak 1923’te yürürlüğe konan ve sonrasında Lozan Antlaşmasıyla pekiştirilen bir hadise. Dünya tarihinin en büyük anlaşmalı nüfus hareketi aslında. Çünkü bu mübadele ile birlikte yaklaşık 1.200.000 Anadolulu Ortodoks Yunanistan’a, 500.000 kadar Müslüman ise Türkiye’ye göç ettiriliyor. Bu göç beraberinde pek çok
Üzerinde ”EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda üç büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama kudret tanrıçası Hera, zekâ tanrıçası Palas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta
Yanında oturan delikanlı epeydir bir şeyler anlatıyordu ama onun kulağı radyodaydı, Ahmet Aslan'ı dinliyordu. Ayıp olmasın diye, dinliyormuş gibi görünmek için ara sıra başıyla onaylıyor, yerli yersiz 'evet, öyle' gibi şeyler söylüyordu. Bir ara "sen bilirsin abi bu gönül işlerini" diyen delikanlıya dönüp baktı oturduğu yerden, bilir miydi gerçekten gönül işlerini? Bilirdi bilmesine de, bu toy delikanlının gençlik hovardalıklarını gönül meselesi zannedip anlatması garibine gitmişti. Soğumaya dönmüş bardağından bir yudum çay daha alıp hafif bir tebessüm etmekle yetindi. Delikanlı da zaten kalkmaya niyetlenmişti. "Ne kadar abi?" diyerek cüzdanına davrandı. "5 lira yeter kardeşim." Delikanlının uzattığı parayı alıp paltosunun cebine koyarken, "Bereket versin, afiyet olsun." dedi samimi bir ifadeyle. "Eyvallah" diyen delikanlı sokak lambalarının solgun ışıkları altında uzaklaştı. Pilavcı radyosunun sesini açtı, şimdiki gençlerin sevdiği türden bir şarkı çalıyordu. Ne anlarlardı acaba bunları dinlemekten? Radyoyu kapatıp, kurumasın diye pilavını karıştırmaya gitti seyyar pilav arabasının yanına. Karşı kaldırımdaki kestaneci Dursun abi toparlanmaya başlamıştı, demek saat 10'a yaklaşıyordu. Elini peçeteye silip taburesine oturdu, dışı isli çaydanlıktan bir çay daha doldurdu.