Kalbimiz ne kadar beklenmeyen şeylerle doludur; kendi heyecanlarımız önünde ekseriya kendimiz hayrete düşeriz. Deruhî varlığımız hudutsuz ve karanlıktır. Bu hudutsuz karanlıkta yol alabilmek için ya çok cesaretli, ya çok tecrübeli ve bir ilhama mazhar olmuş kadar ermiş bulunmak lazım gelir.
Dokuz yaşında bir çocuğun hayatında demir paraların önemli bir yeri vardı. Adam Smith'in acımasız ekonomik ilkeleri para ticaretinde uygulanıncaya kadar bir büyük sikke, dört küçük sikkeye bedeldi. Sonrasında piyasa ekonomisinin görünmez eli, bir büyük sikkenin değerini beş küçük sikkeye pay etti.
Bir akşam, Nikola'nın kucağına alıp uğraşmayı sevdiği erkek kediyle ilgili tuhaf bir şey oldu. Mumları yakmaya giderken kediyi okşayınca avuç içlerinde kıvılcımların çıtırdadığını hissetti. Elini çevirerek sağına soluna baktı. Kedinin sırtıyla parmakları arasında ışık parıldıyordu. Bu da Tanrı'nın bir başka "güzel olay"ıydı. "Şuna bakar mısın?" diye bağırdı Djuka.
Milutin, istisnasız herkesin tanık olduğu bu şeyin elektrik olduğunu anladı. Bu tuhaflığı elinden geldiğince açıklamaya çalıştı.
Nikola, Tabiat'ın da dev bir kedi gibi olduğunu düşündü ilk kez. Merak ediyordu: Onu kim okşuyordu? Milutin, "Aydınlık bir dünyada yaşıyoruz." diye fısıldadı karısıyla oğluna.
Djuka fısıltıyla sordu: "Aydınlık ne demek?" "İçeriden gelen ışık."
Bir kelimenin yanına bir kelime gelince,
Bir sesin yanına bir ses gelince,
Bir insanın yanına bir insan gelince..
Büyürler, büyürler, büyürler ölümden önce.
Gülüş bir yanaşımdır bir öbür bir kişiye;
Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye...
Anılarından kale yapıp sığınsa bile,
Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.
Vaktiyle, New York'ta, Atlantik'in son dalgalarının gelip çarptığı kör kayaların birkaç yüz metre ötesinde, bir adam kendini ölüme terk etmişti. Bir kanun adamının yanında kâtiplik yapıyordu. Bir paravananın arkasında duran yazı masasında oturur, hiç kımıldamazdı. Zencefilli çöreklerle beslenirdi. Pencereden elini uzatsa neredeyse dokunabileceği kararmış tuğlalardan bir duvara bakardı. Ondan herhangi bir şey yapmasını, bir metni yeniden okumasını ya da postaneye gitmesini istemek boşunaydı. Ne tehditler ne de ricalar etki ederdi ona. Sonunda, hemen hemen kör oldu. Onu kovmak zorunda kaldılar. Binanın merdivenlerine yerleşti. Onu içeri tıktırdılar, o da hapishanenin avlusunda oturdu ve önüne konan yemeklere el sürmedi.