"hem ne önemi vardı ki? herkes ölecekti; iyiler de kötüler de, güçlüler de zayıflar da, yaşamayı sevenler de, nefret edenler de eninde sonunda ölüp gidecekti. onlar da gelip geçiyordu. her şey gibi. sabun köpüğü gibi."
Tiamat
Yıl 1800'ler.. Osmanlı yapımı bir deniz altı Tahtelbahir, karasularda yol alırken.. İçi ceset dolu bir İngiliz şilebi (yük gemisi) ile karşılaşır. Neler olmuş burada? Bu geminin hali ne?
Mürettebat olanı biteni anlamak için, hemen yük gemisini araştırmaya koyulur. Ardından.. Burada ganimet yüklü altın bir sandık bulduklarını zannedip, sandığı el birliğiyle Tahtelbahir'e taşırlar.
Ama o da ne? Mürettebat, sandığı Tahtelbahir'e taşımakla hayatlarının hatasını yaptıklarını iş işten geçtikten sonra fark edecektir. Çünkü hazine gibi görünen o sandık; aslında taaruz edici bir bombadan farksızdır, nereden bilsinler?
###
Okur olarak son söz:
Kitap bir balıkla başlıyor. Başında ışık taşıyan bir fener balığıyla.. Bu balık esrarengiz.. Avlarını başındaki parlak ışığı kullanarak avlıyor. Kafadanbacaklılar, fener balığının bu parlak ışığının cazibesine kapılıp, fener balığına yem oluyor.
Bu aslında bizim mürettebatın başına gelenlere çok benziyor. Neden derseniz?
Onlar da hazinenin cazibesine kapılıp aynı kafabacaklıların fener balığının ışığının çekiciliğine kapılıp, yaklaşması gibi mütetebattakiler de sandıkta hazine var deyip sandığa yaklaştılar. Sonuç ne mi?
Fener balığının kafabacaklı kalamar'ı ham yapıp yutması gibi sandığın içindeki sabun köpüğü canavar da aynı şekil mürettebatı yuttu.
Özetle bu durum benim aklıma Mevlana'nın şu sözünü getiriyor:
"Görünüşe aldanma, çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değildir; bugün hayat veren su yarın sizi boğabilir."
Ne var ki, çağımızda kapitalizm, edebiyat sanatına kötülük ederek iki ayrı edebiyat yarattı. Kitabı metalaştıran piyasa, edebiyatı “popüler edebiyat” ve “yüksek edebiyat” olarak ikiye böldü. Ve sonunda iş öyle aşırı bir noktaya geldi ki, büyük okur kitlelerine sabun köpüğü gibi eften püften eğlendirici kitaplar sunulurken, kimsenin okumadığı ve “gerçek edebiyat” olduğu sanılan bazı eserler yayıncılar, ajanslar ve kendini seçkin gören bir avuç insanın oyun malzemesine dönüştü.
Gerçek bazen inanılmaz bir görünüme bürünür
"Ekim düşüş demektir. Baudelaire'in de korktuğu soğuk karanlıklara dalışın habercisidir. Benim gibi iflah olmaz bir tedirgine varlığın sarsılmasını, benliğin marazi bir şekilde çözülüp dağılmasını çağrıştırır."
Guy Vaes ta kitabında benliğini, kimliğini karşılaştığı her yüzde yitiren