Merhabalar
Bugün sizlere Yazar ile tanışma kitabım olan @ kaleminden "Krizantem" İle geldim. Kitabın ismi çok ilgi çekici değil mi? Bir çiçek ismiymiş.
Kitabın konusuna gelecek olursak Mustafa'nın hayatı, çocukluğu dağılan ailesi kayıpları ile başlayıp üniversite yıllarına uzanıyor.
Sonrasında Darbeler, Sağ, Sol davaları düşünceleri fikirleri sebebiyle ayrışan insanlar. Yargılanan işkencelere maruz kalan insanlar...
Sahi yaa Neydi Sağ , Sol?
Sağcıyım diyenin dayak yediği solcuyum diyeninde dayak yediği ikiside değilim diyenin bile dayak yediği insanları yıldırma bezdirme politikası 80'li yıllarda kendini fazlasıyla göstermiş . Ama bu kadar acının içinde Mustafa'nın hayatında güzel tek birşey vardı oda 'Sevdası'. Mustafa ve Sevda bana farklı siyasi görüşlere sıkı sıkıya bağlı insanların ona rağmen birbirlerini ne kadar çok sevebileceklerini öğretti . O karanlık günlerde umuda dair bir ışık gibiydi aşkları...
Ah Mustafa Eskişehir'li Hayri Öğretmenin oğlu Mustafa, bir karıncayı bile ezmemiş kendi içmediği suyu tavuklara içir memeyi öğrenmiş öyle büyümüş Mustafa, adam öldürmekten ve devleti yıkmaya çalışmaktan ceza alıyor... Yine de Davasından dönmüyor
Dönem kitapları ve siyasi içerikli kitapları okumayı çok severim. Bu kitapta en'lerim arasına girdi diyebilirim okumaya başladığım andan itibaren yazarın sürükleyici kalemi arasında kayboldum daha önce tanışsaydım keşke yazarın kalemi ile dedim. Diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım sizlere de
Şiddetle tavsiye ederim.
Krizantemİlhami Akan · Çınaraltı Yayınları · 201945 okunma
" Sahi ask neden can yakar..?"
Aşk neye göre,
Kime göre 'ask'tir...
Bazen bir güzele,
Bazen uçsuz bucaksız denize
Kimi zaman da; ota, böceğe hayranlık duymaz mi insan...
Tefekkür nazarı ile bakıldığında,
Asıl mesele; aşkı var edene, şu evreni süsleyip pusleyip sergileyene 'Aşık' olabilmektir...
Ne yaparsan yap olmaz bazen. Ama o kadar güzel olmaz ki,
"Ancak bu kadar güzel olmayabilirdi" dersin.
Ve aklına gelir: "Kadere iman eden kederden emin olur."
Sonra anlarsın ki, nar tanelerini teker teker yerli yerine yerleştiren Rabbin, seni de hangi gönüle yerlestirecegini bilir.
Tek yapman gereken kara geceleri kudret kalemiyle güneşe boyayan, kahverengi odundan pembe çiçekler açtıran Allah'a inanmak..
Öyle güzel anlatıyor ki, aşkın ne denli temiz ve berrak oluşunu,
Nelerden uzak, nelere yakın olmamız gerektiğini....,
Bir çırpıda okunulacak, ama okunulanlar uzun süre unutulmayacak türden.
Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve
Z KUŞAĞI MAHKEMESİ
İtirazım var, diye bir ses yükseldi geçmiş nesiller mahkemesindeki sanık kürsüsünden. "Yapılan bütün suçlamaları kabul etmekle beraber, sizi ve salondaki herkesi düşünmeye davet ediyorum."
Salondan boğuk ve karanlık bir uğultu yükseldi. Hakimin gür dedi duyuldu.
"Sizi dinliyoruz."
Bu, davacı koltuğunda
Eğer bir Emre Timur kitabı okuyorsanız yanınızda mutlaka bir de kalem bulunmalı. Çünkü öyle satırlar okuyorsunuz ki mutlaka altını çizmek istiyorsunuz. Yani öylesine cümleler değil bunlar, böyle dönüp dönüp okumak isteyeceğiniz türden.
Beni yine alt üst eden bir kitapla karşınızdayım, "Ötekiler". Ötekileştirdiğimiz, görmezden geldiğimiz, belki de gözümüzün ucuyla baktığımız insanlar...
Adem (ama A'sı uzun olmayan şekliyle) çok ünlü bir kişisel gelişim uzmanı. Kitapları çok satıyor, seminerleri tıklım tıklım, kariyerinin zirvesinde yani. "10 adımda mutluluk" öğretiyor insanlara. Sahi mutluluk 10 adımda öğrenilebilir birşey mi? Bir seminer esnasında yaşadığı bir kriz ile hayatı alt üst oluyor. Yatalak kalıyor, aylarca hastanede yatıyor. Ailesi tarafından terkediliyor. Tam intihar etmeyi düşündüğü sırada ona uzanan bir el ile hayatta kalıyor. Bu el ise Matmazel'in eli. O da emekli bir hayat kadını. İçinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulmak için gittiği bir psikolog Memduh bey ise yine tam intihar edecekken Adem onu kurtarıyor. Sonra bu normalde yanana gelmeyecek olan kişiler bir araya geliyor. Çünkü hepsi birer öteki oluyor bizim için.
Sürünün içindeki bizler ne kadar farkında oluyor ötekilerin? Aslında herkesin öteki olmasının da bir hikayesi yok mu? Belki de o hikayeleri tespit edip o yaraları iyileştirmek gerekiyor.
Yine farkındalık yaratan, zamanımı boşa geçirtmeyen hem su gibi akıcı hem de aklın sınırlarını zorlayan bir kitaptı.
Gözlerimi açtığımda bir bisiklet. Beyaz ve sepetinde çiçekler.
Benim mi diye sorgulamadan sürerken bulmuştum kendimi. Ya da kaçarken denmeli belki de. Orda değildim ve olmadığım yerin nasıl olduğu beni ilgilendirmiyordu. Hiçbir yerde değildim ve bu kayan mekan hissi tarifsizdi. Sürerken çok şey kaydı zihnimde. Düşüncelerim de mekan kavramım gibiydi. Ben düşüncelerim gibi. Bütün varoluşsal sancılarım bile. Hava da bulut da. Sahi şimdi nerdeydim? Ya şimdi? Hiçbir yerde. Yersizliğe alışmam ne kadar kısa sürmüştü öyle. Beni bağlayan neydi o ola-bittiğim yere? Bu düşünceler, bu son düşünceler diğerlerinden, ölüm anından bile uzun sürmüş olabilir.
Susamıştım ama durmaya korkuyordum. Bana su vadeden toprak beni saçlarımdan kendine bağlamıştı. Başımı döndürdü ilk defa bir düşünce. Oysa saatlerdir süren bu yolculukta her şey eriyordu tekerleklerimin altında. Taşa denk gelmiştim belli ki. Uyandım. Yeniden uyandım.