Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Machiavelli’nin Hükümdar/Prenses adlı eserinde belirttiği üzere bir hükümdarın ordusu ne kadar güçlü olursa olsun rakibine karşı başarılı olabilmek için karşı tarafın vatandaşlarının desteğine muhtaçtır.
Selçuklu hanedanının hâkim olduğu ülkelerin hemen hemen dörtte üçü, Türkmen kuvvetleri tarafından fethedilmiştir. Meselâ, Batı İran'ı, Kuzey Irak'ı, Azerbaycan'ı, Kuzey Suriye'yi, Filistin'i ve Anadolu'yu fetheden hep Türkmen beyleridir. Atsız, Ahmed, Afşin, Artuk, Tutak, Kutalmış oğulları (Süleyman-şâh, Mansûr), Gümüş-tigin Danişmend Ahmed Gâzî, Mengücük Gâzî, Ebu'l-Kasım, Kara-tigin, Emîr Boldacı, İl-gâzî, Sökmen, Belek gibi beyler, bunların en önde gelenleridir. Türkmen kütleleri, bu beylerin arkasında topluca yer almışlar, savaşlara ve akınlara bile kadın ve çocuklarıyla birlikte gitmişlerdir. Meselâ, Atsız Bey Kuzey Suriye ve Filistin'i fethederken Türkmen savaşçıların yanında kadın ve çocuklar da savaşa katılmışlardır. Kutalmışoğulları Anadolu'nun fethine çıkarken, arkalarında "Yabgulu" adıyla tanınan büyük bir Türkmen kütlesi toplanmıştır. Türkmen boylarının ve beylerinin önemli roller oynadıkları Selçuklu uçlarında ise, özel bir statü vardı: Uçlarda görev yapan beyler, genellikle sâlâr unvanı taşımak taydılar. Emirlerindeki savaşçılara da "gâzî" denmekteydi. Bunlar, Türklerin akın geleneği ile İslâm'ın cihat faaliyetini birlikte yürütmekteydiler. Bundan dolayı Selçuklu Devleti'nde, uçlara özel önem ve değer verilmekteydi. Devlet, burada faaliyet göste ren sâlâr ve gazilerden vergi almak şöyle dursun, onlara mali yardım yapmaktaydı. Hatta sâlârlara ve gâzîlere maaş bile bağlamaktaydı.
Sayfa 251 - Kronik Kitap, 4. Baskı: Mart 2021, İstanbul
Reklam
"Yenilmiş, yok edilmiş üç-beş Kızılderilinin Türk olduğunu kanıtlamak için uğraşanların, Selçuklu-Osmanlı çizgisi için tereddütsüz “Türk değiller, ya Fars ya da Bizanslılar" deyişleri, yalnızca cehaletle, hatta gafletle açıklanamaz; tersine kendinden derin bir kaçışın ve ihanetin sonucudur. Çünkü gaflet tenbihle; cehalet talimle giderilebilir; ama ihanetin ilacı yoktur; hele sözde-aydın ihanetinin.
Sayfa 20 - Ketebe / Bir gelecek idraki olarak tarihKitabı okudu
Konformist sûfîlik ile gezgin dervişlik (kalenderîlik, haydârîlik, vs.) arasında Horasan (Nişâbur) – Anadolu melâmîlik hattının bir uç melâmîsi olan Yunus Emre, Anadolu Selçuklu döneminin sonu ile Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yaşamış bir kişilik olarak kendini miskinliğe adamış görünür. Miskinlik bugün her ne kadar tembellik ve pasifizm çerçevesinde ele alınsa da o bu kavramı yeni baştan tanımlayarak yaşamış gibidir. Bir taraftan meslek, emek ve çalışmaya önem verirken diğer taraftan itibar ve statüye değer vermeyerek nefsini sürekli kontrol altında tutup kibre düşmemeyi ilke edinmiştir.
Sayfa 73
İbnü'l-Esir, büyük Selçuklu Sultanı, Tuğrul Bey hakkında söylemiş olduğu şeyler, yenilir yutulur cinsden değildir. Mesela O, Tuğrul bey için aynen şöyle demektedir; "Sultan inadına zalim, inadına insafsız, merhametten nasibi olmayan, kalbi taşlar kadar sert bir adamdı. Hele, askerleri halkın mallarını zorla ellerinden alırlardı. Onların elleri gece gündüz halkın mallarına uzanmakta serbest idi" Gel gör ki bu değerli İslam tarihçisi, ne yazık ki, zulmu ile cihanı doldurmuş, yüzbinlerce insanın haksız yere boynunu vurdurmuş ve tarihlere "Zalim Haccac" olarak geçmiş bir kimse olan, Emevilerin meşhur Irak valisi, Haccac b. Yusuf es-Sakafi'yi bile böyle ağır bir dille suçlamamıştır.
Sayfa 20 - Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Saldırı Vs Karşı Saldırı
Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele ve çarpışma demektir. Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır. Bu da maddî ve manevî güç ve kudrete dayanır bir durumdur. Bir de, insanların uğraştığı bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumca yapılan genel bir mücadelenin dalgaları
Sayfa 324Kitabı okudu
Reklam
Tuğrul Beğ'in çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı vasiyeti üzerine veziri, ağabeyinin oğullarından Süleyman'ı hükümdar ilan etmiş ise de, kumandanlar ve askerlerin isteği üzerine ağabeyinin diğer oğlu, Horasan hükümdarı Alp-Arslan ona halef olmuştur. Fakat Gird-Kuh kalesinde bulunan ArslanYabgu'nun oğlu Kutulmuş, başına Türkmenler'i toplayarak (sayılarının 50000 olduğu söyleniyor) onun karşısına çıkmıştı. Yapılan savaşta Kutulmuş yenildi ve savaş meydanına yakın bir yerde ölü bulundu. Alp-Arslan, tutsak alınan Kutulmuş'un kardeşi Resûl Tigin ve oğlu Mansür ile Türkmen beylerini öldürtmek istedi ise de vezir Nizâm ul-Mülk buna engel oldu. Fakat Alp-Arslan, Kutulmuş'un ölümüne ağlamış ve yas tutmaktan da kendini alamamıştı. Alp-Arslan ile Tuğrul ve Çağrı beylerin devletleri bir idare altında birleşti ve Selçuklu devleti kuvvetli bir imparatorluk halini aldı. Alp-Arslan amcasının evlendiği Abbasî seyyidesini armağanlar ile birlikte Bağdad'a gönderdi. Onun bu seyyide ile evlenmemesinin ve kendisinden sonra gelen Selçuklu hükümdarlarının da hâlifelerden kız istememelerinin bir sebebi olmalıdır. Bu sebeb de Tuğrul Beğ'in izdivaçtan 6-7 ay gibi kısa bir zaman sonra ölmesinden, hâlifelerden baskı ile "kız almanın uğurlu olmadığı" şeklinde kuvvetli bir inanışın meydana gelmesi ile ilgili olmalıdır.
Sayfa 122 - Türk Dünyası Araştırma Vakfı, 5.Baskı (1999)Kitabı okudu
...onlarca uygarlığa ev sahipliği yapmış Türkiye topraklarında yüzyılların, hatta binyılların mimarlık birkimi vardır.İşte Göbekli Tepe, Çatalhöyük,Truva,Yunan,Roma kalıntıları,Bizans,Selçuklu ve Osmanlı dönemleri anıt eserleri...Bütün bunlar bu toprakların ürünüdür ve insanlığın bize emanetidir.Bunları din,dil,ırk,milliyet ayrımı yapmadan korumak ve çağın ürünleri ile birlikte geleceğe aktarmak insanlık görevlerimiz arasındadır.
Doğan HasolKitabı okudu
selçuklu hükümdarları liderlik kapasitesi açısından çok büyük şahsiyetler olarak tarihe geçmişlerdir.. alparslan, melikşah, sancar yansıttıkları devlet adamlıkları açısından ölçülemeyecek kadar büyük değerlerdir.
Ebû Sa'd el-Kâşî vezirin mektubu ile beraber Ebû İshak'a gelerek göreve başlamasını rica etmiş, Ebû İshak müspet cevap vermeyince de halifeye başvurarak durumun hallini ondan rica etmişti. Halife, Ebu İshak'a bir mektup yazarak, "Bu yabancılar ile olan durumumuzu biliyorsun. Bu olayın sorumluluğunun da bana yüklenmesinden korkarım" diye aczini belirtmiş ve Ebû İshak'ın görevi kabul etmesini istemiştir. Halifenin bu mektubu üzerine Ebû İshak görevi kabul etmiş ve İbnü's-Sabbâğ'ın azledilmesiyle beraber Zilhicce'nin ilk Cumartesi günü (13 Ekim 1067) gelip, Nizâmiye'deki dersine başlamıştır.
Sayfa 93 - Sıbt, a.g.e., s. 135.Kitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.