“Benim ben, Figen Negatif?” Çirkin olduğu kadar sağlıklı da. Hemen bir kafes bulmam lazım!
Savaşta bile böyle korkmamıştım. Köpekbalığıyla deplasmanda karşılaştığınızı düşünün: “Evimde ne arıyorsun kadın?!”
Alev almış bir cadı gibi çığlık atıyor: “Civan diye biri sizi arıyor Ruhi Bey.”
Verem mikrobunun büyütülmüş haline benziyor. Gözleri; ekşimiş yoğurttaki çürük böğürtlenler. O kadar meymenetsiz ki, ona sopayla dahi dokunmak istemem: “İyi de sen kimsin?”
Zilli beşaret “Aşk olsun Ruhi Bey” diyor ve suratındaki, Türkiye’nin en büyük et benine dokunuyor: “Onbeş senedir yanınızda çalışıyorum. İzindeydim ya, döndüm. Haydi, telefondakini bekletmeyin…” Dırdırıyla bir erkeği kısırlaştırabilir.
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
Sen kimsin ki bana karışırısın diyen sen... nefretim sadece duygularımı saklamak için kullandığım bir maskeden ibaret. ben senin gökyüzünüm denizinim... Bunu anlamak neden bu kadar zor senin için? Söyler misin neden bu kadar kör olmak zorundasın? duygulara, hislere ve sevmeye...
Evet, sevgili insan, sen kimsin ki Tanrı'yla çekişmeye kalkışıyorsun. Hiç eser kendisini yapan ustayla beni niçin yapıyorsun diye konuşur mu? Aynı topraktan bir çanağı güzel, bir diğerini değersiz yapmak çömlekçinin elinde değil midir?
Düşünün ki Boğaz Köprüsü’nden arabanızla geçerken, arka koltukta birinin oturduğunu fark ediyorsunuz.
“Sen de kimsin?” diye sorduğunuzda, Mimar Sinan olduğunu söylüyor.
Ne yaparsınız?
Zamanla RandevuOrhan Yeniaras · Panama Yayıncılık · 2014815 okunma
Gün geçtikçe büyüyorsun içimde,
Ömrümün orta yerine dikilmiş
Sarmaşık bir gül misali sarıyorsun...
Dolanıyor sevdanın her bir dalı
Aklımın en ücra köşelerine...
Ve ben, sen kimsin bilmesem de
Düşünüyorum işte...
Aklıma batıp, gönlümü kanatan dikenlerini ayıklıyorum bazen,
Yapraklarından reçel yapıp,
Düşlerimi tatlandırıyorum...
Ve ben, neden
TATYANA’NIN ONEGİN’E MEKTUBU
Size yazıyorum ? Daha ne denir?
Hem daha ne söyleyebilirim ki?
Şu an, biliyorum, elinizdedir
Hor görüp cezalandırmanız beni.
Bu benim mutsuz kaderimdir,
Bir damla acıyı koruyarak siz,
Elbette beni terketmezsiniz.
Susmayı tercih ettim ben önce;
İnanın: şu rezil yaşamımdan
Haberiniz olmazdı hiçbir zaman,
Bir
Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?
Rastgele bir numara çevirdim, genç bir kız açtı.
“Pardon devlet memuru musunuz?”
“Sapık mısın?”
“Hayır. Memur musunuz?”
“Değilim.”
“Güzel. Ben sapık değilim siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi neresi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde.”
“Ne bileyim, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?”
“Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim. Belki de ben senin şuuraltınım.”
“Kaç yaşındasın sen?”
“Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü.”