Gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya gelen Bernhard, aile kurumuna, yaşadığı coğrafyaya, yatılı okulda okumak zorunda kaldığı ortaokul ve lise dönemlerine olan nefretinin/kininin altını öfkesiyle doldurarak dile getirmiştir. Ortaokul döneminde (1944) nazi baskısının olduğu, ss subayı kılıklı bir yurt müdürü, lise döneminde ise o zamanın siyasal dönüşümlerine uygun olarak katolik kilisenin dinci baskısı altında, zihnindeki çelişki tohumlarını yeşillendirmiştir. Liseden sonra yaşadığı akciğer hastalığı sebebiyle,iki yıla yakın kalmak zorunda olduğu hastanede, gözlem yeteneğinin gücünü de kullanarak, kitle deneyimleri konusunda ustalaşmıştır. Kitaplarında şunu bariz bir şekilde görüyoruz ki, tükendiği yerden tekrar tekrar ayağa kalkıp direnmeye devam eden ve pes etmeyen biridir.
Hastanede kaldığı dönemde, statüye göre uygulanan tedavi yöntemlerindeki ahlaksızlığa ve haksızlığa şahit olmak,ömrünün bu dönemindeki isyanı ve aslında yaşama tutunma sebebi olmuştur.
Hayatındaki en büyük yol göstericisi olan büyükbabasını kaybetmesiyle,içinde doğan tarifsiz boşluğu ve yönsüz kalışını; karşısına çıkan,özellikle müzik konusunda bilgili, bir ideal uğruna hareket edip hayattan ümidi kesmeyen farklı insanlarda tekrar bulmaya çalışıp, bu boşluğu doldurmaya uğraşmakla ömrünü geçirir.