smey

smey
@smey1
"Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" -Mehmet Akif Ersoy
Momo, Gigi'yle karşılaştığı andan beri tek söz söyleyememişti. Oysa ona neler anlatmayı düşlemişti. Onu asıl şimdi, bulduğu anda kaybettiğini anladı. Yavaşça dönüp yolcu salonundan çıktı ve vücudunu bir anda ateş bastı; Kassiopeia da onu bırakıp gitmişti.
Sayfa 232Kitabı okudu
Reklam
"Şimdi şişeyi alıp kafalarına indirmeliyim," diye düşünerek şarap şişesini kaptım ve... kadehimi ağzına dek doldurdum. "Yok, yok, sonuna kadar kalmak daha iyi," diye düşünmeye devam ettim, "Şimdi gidersem sevinirsiniz baylar. Dünyada gitmem. İnadıma oturacağım, size metelik vermediğimi göstermek için sonuna kadar içeceğim. Oturup içeceğim; sonuçta burası meyhane, ben de hisseme düşen parayı verdim. Oturup içeceğim, çünkü sizi sadece satrançtaki piyonlar, hem de oyun dışı edilmiş taşlar gibi görüyorum. Oturup içeceğim ve... şarkı da söyleyeceğim; evet efendim, canım isterse şarkı da söylerim. Buna hakkım var... yani şarkı söylemek... hımm..." Fakat şarkı söylemiyordum. Yalnız hiçbirine bakmamaya çalışıyordum; kayıtsız tavırlar takınarak, benimle ilk olarak onların konuşmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Yazık ki konuşan olmadı. Halbuki o anda barışmayı ne kadar istiyordum!
"Ya sanat?" diye sordu Düşes. "Bir hastalıktır." "Aşk?" "Yanılsama." "Din?" "İnancın modaya uygun yedeği." "Sen şüpheci birisin." "Hiç de değil. Şüphecilik kadere inanmakla başlar." "Peki, sen nesin?" "Bir şeyin tanımını yapmak, onu sınırlamaktır."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kadın, hıçkırıklı ve boğuk bir sesle, "İşte, şeytanın satın aldığı adam!" diye bağırdı. "Lanet olsun, sana!" dedi Dorian. "Bir daha benimle ilgili asla böyle konuşma!" Kadın parmaklarını şaklatarak, "Doğru ya, sen kendine 'Yakışıklı Prens' denmesinden hoşlanırsın, öyle değil mi?"
Delikanlı, "Onun adını bile bilmiyorsun," diye karşılık verdi. "Kim, o? Bunu bilmeye hakkım var." "Adı, Yakışıklı Prens. Bu ismi sevmedin mi? Ah! Seni aptal çocuk! Bu adı hiç unutma. Bir görsen onun dünyanın en harika insanı olduğunu sen de anlarsın. Onunla bir gün tanışacaksın. Avustralya'dan döndüğünde. Onu çok seveceksin. Onu herkes seviyor, ben de... Keşke bu gece tiyatroya gelebilsen. O gelecek, ben de Juliet'i oynayacağım. Ah! Hem de nasıl oynayacağım. Bir düşünsene, Jim, âşığım ve Juliet'i oynuyorum! Onun orada oturup beni izlediğini bilerek! Onu umutlandırmak için oynayarak! Seyircileri ürkütmekten korkuyorum: Ya ürküteceğim ya da büyüleyeceğim. Aşık olmak, insanın kendisini aşması demek. O zavallı, çirkin Bay Isaacs, bardaki serseri arkadaşlarına benden bir 'deha' olarak bahsedecekmiş. Sanki bir dogmaymışım gibi, benim hakkımda ne vaazlar verdi. Bu gece beni bir vahiymişim gibi duyuracak! Bunu iliklerimde hissediyorum. Hepsi de onun sayesinde, Yakışıklı Prens'imin. Biricik aşkım benim, tüm lütufların tanrısı. Onun yanında çok fakir kalıyorum. Fakirsem fakirim. Ne önemi var? Fakirlik kapıdan girince aşk pencereden kaçarmış. Atasözlerimizin tekrar yazılmaları gerekiyor..."
Reklam
Fakat yine de içimde açıklamakta zorlandığım garip bir his var... Beni anlayabilir misin acaba? Ben onun kişiliği sayesinde, sanatta yepyeni bir tarzın varlığını hissediyor gibiyim. Onun sayesinde, artık her şeyi çok farklı düşünüyorum. Bugünlerde hayatı, daha önceden benden gizlenmiş haliyle yeniden yaratabiliyorum. 'Düşünce günlerinde bir biçim hayali.' Bunu kimin söylediğini hatırlamıyorum ama Dorian Gray benim için tam da bu işte. Bu çocuğun çıplak gözle görünen varlığı... Aslında yaşı yirminin üzerinde ama ben onu hep bir çocuk olarak görüyorum... Evet, çıplak gözle görünen varlığı bile... Ah! Tüm bunların taşıdığı anlamı kavrayabiliyor musun acaba? Sanki bu çocuk, farkında olmadan yeni bir sanat akımının ana hatlarını belirliyor, sanki romantik ekolün tüm ateşiyle eski Yunan ekolünün tüm kusursuzluğunu birleştirebilecek bir okul. Beden ve ruhun uyumu... Ki ne kadar önemlidir! Biz, akılsızlığımız yüzünden bunları birbirinden ayırmış kaba bir realizm icat etmişiz, bomboş bir idealcilik. Ah, Harry! Dorian Gray'ın benim gözümde ne anlama geldiğini bir anlayabilsen!
İki eliyle arkasındaki ağacın kabuklarına sarıldı. Parmakları soğuk yarıkların arasına girdi. Elini hemen geri çekti ve göğsüne götürdü. Göğsünün içinde, bu asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı... Yalnız, gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde, yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişi bile mevcut olmadığına o kadar emniyeti vardı ki, acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan, sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı? Bu ihtimal onun gerilmiş olan sinirlerini biraz gevşetti. Sırtını ağaçtan ayırdı; derin bir nefes aldıktan sonra, kasabaya doğru yürümeye başladı.
"Hayır, yani zamanın kendisi nedir demek istiyorum," diye açıklamaya çalıştı Momo. "Var olduğuna göre, bir şey olması gerekir. Gerçekten nedir zaman?" "Bu sorunun cevabını kendin verebilsen çok iyi olurdu!" dedi Hora Usta. Momo uzun süre düşündü. "Var olduğu kesin" diye mırıldandı sonra, düşüncelere dalmış bir şekilde. "Ama ona dokunamayız. Tutamayız onu. Koku gibi bir şey. Ama durmadan ilerleyen bir şey. O halde geldiği bir yer olmalı! Belki de rüzgâr gibi bir şeydir! Ama yo, hayır! Şimdi buldum! Belki de hep var olduğu için duyulmayan bir müzik gibidir. Sanırım, benim bunu çok derinden duyduğum oldu!"
Sayfa 176Kitabı okudu
Dahası, ailem tarafından azarlandığımda asla karşılık vermezdim, bir kez bile. En küçük azarlama bana kulaklarımı sağır eden bir gök gürültüsü gibi gelirdi ve beni o kadar büyük bir güçle yere sererdi ki çıldıracak gibi olurdum. (...) Ne başkalarıyla tartışabilir ne de kendimi savunabilirdim.
O dönem ailemle birlikte çekindiğimiz fotoğrafa baktığımsa herkesin ciddi göründüğünü, yalnızca benim sırıttığımı görüyordum. Bu da benim çocuksu, zavallı soytarılığımın bir örneğiydi.
Reklam
Çocukluğumdan beri, kendi ailem arasında bile, başkalarının ıstırabına veya hayatlarını sürdürürken akıllarından neler geçtiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Dehşete kapılmış hâlde ve insan etkileşiminin amansız beceriksizliğine dayanamayarak, farkında olmadan başarılı bir soytarıya dönüştüğümü fark ettim. Ben, daha farkına varmadan, tek bir doğru söz konuşamayan bir çocuk olmuştum.
"Remember!"
"Remember!" dedim sadece, bir yandan da parmağımı elindeki yara izinin üzerinde gezdirdim. Dr. B. ister istemez elimin hareketini izlerken donuk bakışlarını kan kırmızısı çizgiye dikmişti. Sonra aniden titremeye başladı ve tüm vücudu bir ürpertiyle sarsıldı. "Aman Tanrım," diye fısıldadı bembeyaz dudaklarla. "Saçma bir şey söyledim ya da yaptım... Yoksa ben sonunda yine?.." "Hayır," diye fısıldadım usulca. "Ama oyundan hemen çekilmeniz lazım, tam zamanıdır. Doktorun size ne dediğini hatırlayın!"
hosuma gitti
Karanlıkta ışığın parlıyor. Bilmiyorum, nereden geliyor. Çok yakındaymış gibi görünüyor, Oysa o kadar uzak ki. Adını bile bilmiyorum, Ama ne olursan ol; Parla, parla küçük yıldız!
smey

smey

, bir kitap okudu
58 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 saatte okudu
Satranç
SatrançStefan Zweig
8.4/10 · 238,5bin okunma
smey

smey

, bir kitap okudu
74 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
12 saatte okudu
Dönüşüm
DönüşümFranz Kafka
7.8/10 · 224,2bin okunma
218 öğeden 196 ile 210 arasındakiler gösteriliyor.