_İnsanIar, kuşIar gibi uçmayı, baIıkIar gibi yüzmeyi öğrenmişIer ama insan gibi yaşamayı öğrenememişIer.
_Görmek isteyenler için ışık, istemeyenler için karanlık vardır.
_Hiçbir şeyi kendisi kadar sevmeyen insan, sevdiği varlıkla, kendi kendisiyle baş başa kalmaktan çok hiçbir şeyden korkmaz. Her şeyi kendi için arar ama en çok kendinden kaçar.
Bu paradigma değişikliği konusunda bir fikir edinmenin daha iyi yollarında biri, bakirelerin ve bekâretin popüler kültürde nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına bakmaktır. 20. yüzyılın bekâretle ilgili popüler kültürü, kolaylıkla bir sürü kitap cildini doldurabilir ama bir program dörtlemesini -T h e Rocky H onor Picture Show ile Little
Mart 1, Rumi yılın başıydı ve her yıl o gün Büyük hanım takvimini çıkarmaya başlardı. On iki gün boyunca günün muhtelif saatlerinde denize bakan pencereye yanaşır, burnunu cama dayar, denizin haritasından göklerin resmini çıkarmaya alışkın yaşlı denizciler gibi ufku gözlerdi. Dağa bakan pencereye döner, bulutların halden hale, resimden resme girmesini uzun uzun izlerdi. Mart'ın 1'inden itibaren 12 gün sayarak havanın nasıl olduğunu, günün nasıl başlayıp hangi renge boyandığını sonra nasıl bittiğini titizlikle gözler, kaydederdi. Bu 12 günün her biri sırasıyla yılın 12 ayına denk gelirdi. Mart 1, Mart ayına denkti örneğin; Mart 2, Nisan'a; Mart 3, Mayıs'a; yılın son ayına kadar böyle giderdi. Kendi annesinden öğrendiği, onun da herhalde izi sürülemeyecek kadar eski bir anneler silsilesinden öğrendiği bu takvim Büyükhanım için o kadar önemliydi ki emsali hiçbir kadın okuma yazma bilmezken o, zekásına güvenmiş, uzun kış gecelerinde kocasından takvimini kayda geçirmesine yetecek kadar okuma yazma bile öğrenmişti.
Elini tuttum; sıcacıktı, saçları dörtnala koşan asi bir atın yelesi gibi rüzgârda asil bir şekilde çılgınca savruluyordu, tel tel. Çınar ağaçlarının hışırdayan yaprakları, bir insanın besteleyemeyeceği türden harikulade bir eser gibi yankılanıyordu kulaklarımızda. Güneş onun gözlerinden aldığı ışığı yansıtıyordu sanki dünyaya, mevsim yazdı.
Usta
Aleksandr Soljenitsin, geçtiğimiz yüzyılı anlatan ve tam anlamıyla eşitsiz bir toplumun neye benzeyeceğini gözler önüne seren bir hikâye anlatır:
Moskova'da bir yerel parti kongresi gerçekleşiyordu. Kongrenin başkanlığını, Yerel Parti Komitesi'nin henüz tutuklanmış sekreterinin yerini alan yeni sekreter yapıyordu. Kongrenin sonunda,
bu şiirde iki göz var
biri senin; biri onun
Senin o karanlık, küf kokulu
matem gözlerini terkediyorum biliyorum; saçlarının sarısı
gözlerinin yeşiline karışmış
biliyorum; sana benzemek için
melikeler birbiriyle yarışmış
fosforlu ve derin bakışlarına
çağlar boyu nice destanlar yazılmış
oysa ben görülmedik bir lale yaprağına
gökleri kıskandıran bir
Mart 1, Rumî yılın başıydı ve her yıl o gün Büyükhanım takvimini çıkarmaya başlardı. On iki gün boyunca günün muhtelif saatlerinde denize bakan pencereye yanaşır, burnunu cama dayar, denizin haritasından göklerin resmini çıkarmaya alışkın yaşlı denizciler gibi ufku gözlerdi. Dağa bakan pencereye döner, bulutların halden hale, resimden resme girmesini uzun uzun izlerdi. Mart'ın 1'inden itibaren 12 gün sayarak havanın nasıl olduğunu, günün nasıl başlayıp hangi renge boyandığını sonra nasıl bittiğini titizlikle gözler, kaydederdi. Bu 12 günün her biri sırasıyla yılın 12 ayına denk gelirdi. Mart 1, Mart ayına denkti örneğin; Mart 2, Nisan'a; Mart 3, Mayıs'a; yılın son ayına kadar böyle giderdi. Kendi annesinden öğrendiği, onun da herhalde izi sürülemeyecek kadar eski bir anneler silsilesinden öğrendiği bu takvim Büyükhanım için o kadar önemliydi ki emsali hiçbir kadın okuma yazma bilmezken o, zekâsına güvenmiş, uzun kış gecelerinde kocasından takvimini kayda geçirmesine yetecek kadar okuma yazma bile öğrenmişti.
En büyük zevki, her zaman güzel bir şekilde ve en son modaya göre giyinmek olan bir sürü insan vardır. Bu gibi insanların taktiği çeşitli süs eşyaları gereksiz gururlarını dile getirmektedir.
HAN DUVARLARI :
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!