Dikkatli olun, çünkü söyleyeceğiniz bir sonraki kelime, gününüzün ve hatta bundan sonraki hayatınızın nasıl geçeceğini değiştirebilir. Thomas Jefferson Üniversitesi’ndeki doktorların açıklamalarına göre konuşurken seçtiğiniz ‘Yapamam’, ‘Olmayacak’ ve ‘Çok zor’ gibi kelimeler fazla kullanıldıklarında beynin yapısını değiştiriyor. Aslında bu
Çocuk babasına sorar, baba ben nasıl dünyaya geldim diye? Soru babaya hiç beklemediği bir yerden gelmiştir. Cevapta vermek zorunda hisseder kendini. Sonuçta o yaştaki çocuk babadan öğrenmeliydi bi çok şeyi. O da birkaç saniye düşündükten sonra seni leylekler getirdi oğlum der. Bu söylediği kendisine bile çok komik gelmişti ama cevapsız
Upton Sinclair
"Onları görünce belki de gülümsersiniz; ama bütün hikayeyi bilseniz gülümsemezdiniz."
Gözlerini bu müthiş evrene açarak yaşama telaşından vazgeçmeyen romanın tüm kahramanları ve temsil ettikleri emekçilerin hiç yaşayamadıkları hayatın anısına şimdi bu şarkıyı dinliyorum
Yıllar oldu
Freudiyen bir yaklaşımla kadının toplumsal yeri üzerine derin bir analiz içeren muazzam kitap. aslında toplumsal yeri demek çok hafif bir tabir. Buna toplumsal rolü, atfedilen rol, olunmasını istenilen rol desem daha doğru olur. Keza kitap, çekicilik, güven patlaması, gösteriş gibi kavramlar üzerinden kadınların kendilerini göstermeye çalışmasını ve bu çabanın arkasında aslında bir hiç gibi hissettikleri, içine düştükleri değersizlik düşüncesiyle kamusal alanda kendilerinden istenilen rollere dört elle sarılmaları meselesi ele alınıyor.
Ancak bu noktada Freudiyen bir yaklaşımdan önce Habermas'cı bir yaklaşımla kamusal alanın ne olduğu üzerine derin bir sorgulamaya girmemiz gerekmekte diye düşünüyorum. Toplum yozlaştırır felsefesinin günümüz versiyonu kamusal alanın yozlaştırıcı algısal etkinliği kadın üzerinde oluşan narsistik kişilik sorununun doğrudan sorumlusudur. -ki sadece kadın için de geçerli değildir bu baskılama durumu.
Kitap özelinde kadının narsist olma sürecini çocukluk, tecrübe ve gelişen sosyal ilişkileri içerisinde irdeleyen Wardetzki, okuyucunun bakış açısını değiştirecek tespitleri elde etmiş. Kamusal alana hakim olan söylemin talep ettiği kadın profiline aynı zamanda arzu edilen olarak tasarlaması kadını var olan içerisinde talep eden noktasına getirmektedir. Aslında koca bir distopyanın içerisindeyiz ve su ile kavga ediyoruz. Bu savaşımı verirken kendimize biçilen toplumsal ''rol''e uymaya çabalıyoruz.
Bu durumun psikolojimize ve özelde kadın psikolojisine olan etkisini merak ediyorsanız okumadan geçmemeniz gereken kitaplardan.
Öz farkındalık insanın kendinden
başka objelerin olduğu bir dünyada
kendini ayırabilme kapasitesidir ve
bizim gözümüzde sosyal ve kültürel
uyumluluk için bir insanın sahip
olması gereken ön şartlardandır...
İnsan sosyal düzeni bireye öz
farkındalık düzeyinde anlamlı gelen bir
varoluş halini ifadeyle eder...
İnsan sosyal düzenin ahlaki yapısı
buna bir örnektir. İnsanın bireysel
düzeyde öz farkındalık kapasitesi ve
gelişimi baskılama ve akla uydurma gibi
bilinçsiz psikolojik mekanizmaları yaratır
ve birey için bu mekanizmalar uyarlanma
açısından önemlidir.
İki yıl öncesinden hatırlattı sosyal medya... Bu konuda hala aynı fikirdeyim Türkiye'de "kadın sorunu" yoktur. Türkiye'de "kadına bakış açısı" sorunu vardır ve bu sorun her geçen gün daha çözüleceğine mesela, sosyal alandaki problemlerin çözümü gibi; daha da kadınların bir çok şekilde fizyolojik özelliklerine kadar karışma cüretini göstererek daha da baskılama ve müdahale söz konusudur.
Fromm’a göre bireyler baskılama yoluyla ehlileştirilen bir demeç dürtüden ibaret değildi; insanlar daima sosyal bir yapı içinde hareket eden sosyal yaratıklar olmuştu.
_Her şey algıdır. Herhangi bir şeyi itici ya da çekici kılan tamamen senin zihnindir. Karar veren faktör sensin.
_Zihin, aldatıcıdır. Gerçekte ikilem yoktur. Gerçekte sorun yoktur. Hiç olmamıştır, hiç olmayacaktır. Zihinde sorunlar vardır ve sen gerçekliğe zihnin aracılığıyla bakarsın. Böylece gerçeklik sorunlu olur.
_Sağlıksız bir zihinle ne
Öz şefkat hayattan keyif alma, duygusal zeka ve sosyal bağlanmayla bağlantılıdır ve özeleştiri, depresyon, anksiyete, ruminasyon, düşünce baskılama ve mükemmeliyetçilikle ters bağlantılıdır.
Bireyler baskılama yoluyla ehlileştirilen bir demet dürtüden ibaret değildi ; insanlar daima sosyal bir yapı içinde hareket eden sosyal yaratıklar olmuştu .
Fatma Fatma’dır.
Kendi kişiliğini kendisi inşa etmek isteyen her kadın için bir "şahit"ti.”
Kitap, kimi yerde “Kadın” kimi yerde “Fatma Fatma’dır.” olarak geçiyor. Özellikle kitaplara başlık koyma konusunda yazarın kitaplara çekiciliğini iki kat arttırdığını söylemeden geçmek istemiyorum. Ve bu başlık “Fatma Fatma’dır.”
Peygamber
Dijital ya da sanal âlemde birey, uzaklık ve mesafe duygusu ile çeşirli yaşantılar deneyimlemektedir. Bazı ilişkilere dair sorunlar gözlenmekte ve bunun bireysel ve toplumsal hayata yönelik boyutları aktarılmaktadır. Örneğin birebir, yüz yüze ya da gerçek ilişki tahribatı ve yalnızlık, daha çok talep edilen özgürlük gereksinimiyle ilişkilidir. Çünkü bireysel bir uğraşının gerçekleşmesi yüksek oranda özgür davranma ve yalnız kalmayla bağlantılıdır. Sanal sosyallik dahi gerçek ilişkileri göz ardı etmeyi ve bazı ihmalleri gündeme getirmektedir. Buna paralel bir şekilde sosyal duygu ve sorumluluk zayıflaması da meydana gelmektedir. Çünkü gerçek ilişkilerdeki uyum ve davranışsal kontrol sanal ortamlarda göz ardı edilebilmekte ve gerçek sorumlulukları baskılama veya unutma kolaylaşmaktadır (Mutimmatul vd., 2018).
"Freud'un doğuştan gelen içgüdüler vasıtasıyla açıkladığı şeylerin çoğunu Fromm 'ekonomik, siyasi ve kültürel güçlerden doğan şeyler' olarak görüyordu. Fromm'a göre bireyler baskılama yoluyla ehlileştirilen bir demet dürtüden ibaret değildi; insanlar daima sosyal bir yapı içinde hareket eden sosyal yaratıklar olmuştu."
Fromm’un sosyoloji eğitimi Sigmund Freud’un kuramlarını dar ve mekanik olarak yargılamasına sebep oluyordu. Freud doğuştan gelen içgüdüler vasıtasıyla açıkladığı şeylerin çoğunu Fromm “ekonomik, siyasi ve kültürel güçlerden doğan şeyler” olarak görüyordu. Fromm’a göre bireyler baskılama yoluyla ehlileştirilen bir demet dürtüden ibaret değildi; insanlar daima sosyal bir yapı içinde hareket eden sosyal yaratıklar olmuşlardı.