Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Aman Tanrım,” dedim. “Ben.” Yarı uykulu, yarı giyinik. O. Kalbi küt küt atarken, yerde çömelmiş. “Bana söylemedin.” Yalnızca bu gerçeğin diğerlerinden çok daha kötü olduğunu ağzımdan çıkana kadar fark etmemiştim. “Neden bana söylemedin?” “Bilmeni istemedim. Filippa— belki de delidir, bilmiyorum, hiçbir şey onu etkilemiyor ama sen… Oliver, sen—” “Ben ne, James? Anlamıyorum.” “Bana asla şu anda baktığın gibi bakmanı istemedim.”
Bu vakur ve so­ğuk ilerleyiş..
, .. dünya kurulduğundan beri her şeyi öğüterek, ezerek yavaş yavaş ilerlemekte olan bu buzul ve bunun içinde Georges adeta her ikisini, kendisini ve Blum'ü, kaskatı ve buz kesmiş, çizmeleri ve mahmuzlarıyla bitkin beygirlerinin üze­rine tünemiş vaziyette kendileri de ayakta olan bir hayaletler kalabalığı arasında zarar görmemiş ve ölü görüyor gibiydi, bu hayaletlerin hepsi güzel renkli ve solmuş kostümlerinin için­ de, tabanlıklarının üzerinde kısa aralıklarla iki yana sallanan mankenlerin oluşturduğu sabit bir kortej gibi, aynı belli belir­siz hızla ilerlemekte, bu su yeşili kalınlığın içinde hepsi aynı şekilde yer almaktaydı, aynaların yeşil derinliklerinde sonsuza dek yinelenen bu su yeşili kalınlıkta ... .
Sayfa 251 - Sel YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Etime bir alev değmişcesine Nasıl da yakardı öptüğü zaman? Bir su gibi akıp gitti avuçlarımdan, Yorgunum şimdi bin yıl sevmişcesine...
Yazarın anlatım tarzına örnek..
.. ve dünya hakkında da bilebileceğimiz her şey bu soğuk, şimdi her taraftan içimi­ze işleyen bu su, şu inatçı çoğul her yerde var olan yağmurun dere gibi akışıydı, bu dere yolun üzerinde kıyameti andıran çoğul toynak vuruşlarıyla birbirine karışıyor bütünleşiyor gibiydi ve görünmez binek hayvanlarımızın üstünde sarsıla­rak ilerlerken inanabilirdik ki tüm bunlar (köy tahıl ambarı süt gibi beyaz görüntü çığlıklar topal adam yardımcı bunak ihtiyar kadın tüm bu karanlık ve kör ve feci ve bayağı kar­maşık durumu oluşturan insanlar birilerinin aleyhinde atıp tutmakta birbirlerine küfretmekte birbirlerini tehdit etmekte birbirlerine lanet okumakta karanlıklarda sendelemekte en sonunda bir engele karanlığa gizlenmiş bir makineye çarpana kadar el yordamıyla yolunu aramakta (ve bu engeller onlar için, özel olarak onları engellemek amacıyla konmamıştı bile) bunlar (muhtemelen de karşılarına ilk çıkanı) onlara son bir kez ışığa benzer bir şeyi görme fırsatı verip suratlarının or­tasına patlayabilirlerdi) tüm bunlar sadece bizim zihnimizde var olmuştu: Bir hayal bir yanılsama oysa gerçekte at üzerinde gidişimizi hiç durdurmamıştık belki de yağmurun dere gibi aktığı bu bitimsiz gecede halen at üstünde gitmekte birbiri­mizi görmeden birbirimize cevap vermeye devam etmektey­dik. ..
Sayfa 250 - Sel YayıncılıkKitabı okudu
Çocuklarına beklenmedik jets ve süpriz dolu bir mektup;
Biz anne ve babanız olarak sizlere karşı duyduğu-muz,tariflerin kapsayamayacağı, riyasız duygularımızı, gelecekte oluşturulabilecek aile arşivine bir belge bırakmak niyetiyle yazıya döküyoruz. Umarız ki, bu kararımız hayırlı bir başlangıç olur. Bizler, sizlere ana baba olmaktan çok mutluyuz. Oysa ne sizler bizi, ne de bizler sizi kendi irademizle
Çeşitli toplumları incelemek, bize dünya üzerinde yaşa- yan halklar arasındaki farklılıkları gösterir. Kendi misa- firperverliğimizin ve giyinme biçimimizin ya da statü sembollerimizin diğerlerininkinden daha iyi olduğunu düşünmemeliyiz. Bu tür adetlerde farklılıklar olması beklenir bir şeydir ve hiçbir grup bir diğerini bu tür şey- lerden ötürü yargılamamalıdır. Ama ya çocukları taciz etmek, ırza geçmek, cinayet ve soykırım gibi diğer ko- nular? Ahlaki kuralların farklı olmasının bu davranışların doğru ya da yanlış olmasını kanıtlayabileceği sonucuna varabilir miyiz? Toplumsal görecelik, ahlak kuralları için bilimsel bakış açısını temel aldığını iddia eder. Ama başından itibaren şu sorunla karşılaşır: Mantık yürütürken hangi adımla olandan olması gerekene kayabiliriz? Bir toplu- mun çocuk öldürmeyi nüfus planlaması yöntemi olarak gördüğünü düşünelim; bunun doğru bir şey olup olma- dığından nasıl emin olabiliriz? Yani, bu eylemin doğru olup olmadığını nereden biliyoruz? Toplumsal uygula- malara bakarak bunların doğru olup olmadıkları sorusuna bir cevap bulabilmemiz asla mümkün değildir. Bizler yalnızca uygulamaların nelerden ibaret olduğunu göz- lemliyoruz.
Sayfa 25 - Haberci yayıneviKitabı okuyor
Reklam
Bitirilecek ne kadar çok acı
Acının, başarıya yönelik gizli fırsatlarını kavradık; bu fırsatlar, şair Rilke’nin şu dizeyi yazmasına neden olmuştu: “Wie viel ist aufzuleiden!" (Bitirilecek ne kadar çok acı var!) Başkalarının “bitirilecek işler"den söz etmesi gibi, Rilke de“acıların bitirilmesinden söz ediyor
Hüsran...
İbrahim Sabri bey, M. Âkif'i ittihatçı zannediyordu; öyle kabul etmişti. [...] Halbuki Âkif Bey'i tanıyan, ahlâkını öğrenen ve partici olmadığını herkes bilirdi. Ve "Gölgeler"in başındaki "Hüsran" şiirindeki "eller" lâfzıyla, yabancıları kasdediyordu... Şiir şöyledir: Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, İslâm'ı uyandırmak için haykıracaktım. Gür hisli, gür imânlı beyinler, coşar ancak, Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım! Haykır! Kime, lâkin? Hani sahipleri yurdun? Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım; Feryâdımı artık boğarak, na'şını, tuttum, Bin parça edip şi'irime gömdüm de bıraktım. Seller gibi vâdîyi enîmin saracakken, Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım. Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz; İnler "Safâhat"ımdaki hüsran bile sessiz!
Sayfa 155 - 156 2.Kısım, (Kahire, Ezher'de Okuduğum Yıllar), -Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri Efendi-, Âkif Bey İttihatçı mıydı?, Kaynak YayınlarıKitabı okudu
Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki: Kur'an, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınadır ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa deva ve şifa olduğundan usandırmaz. Her gün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek usandıracak. Demek Kur'an, hak ve hakikat ve sıdk ve hidayet ve hârika bir fesahat olduğundandır ki usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi taravetini, halâvetini de muhafaza ediyor. Hattâ Kureyş'in rüesasından müdakkik bir beliğ, müşrikler tarafından, Kur'an'ı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: "Şu kelâmın öyle bir halâveti ve taraveti var ki kelâm-ı beşere benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa etbaımızı kandırmak için sihir demeliyiz." İşte Kur'an-ı Hakîm'in en muannid düşmanları bile fesahatinden hayran oluyorlar.
Dedesi bir kere Mete’nin tişörtüne bakarak “Hiç sevmiyorum şu tişörtü!” dedi. “Sevme,” diye karşılık verdi Mete, “Sen, ben misin?” Burada saygısızlık yapan kişi, Mete değil, Mete’nin dedesi. Mete’nin dedesi, yeşili sevmiyorsa eğer, kendisi yeşil giymemekte özgür. Mete’nin yeşili sevme ve giyme özgürlüğü olduğu gibi.
Sayfa 40
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.