Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylediği 75 Söz | Atatürk Sözleri ve Anlamları Cumhuriyetimizin kurucusu, başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk, yaşam şekli ve üstlendiği görevleri gereği çok yönlü bir liderdi. Verdiği demeçler, söylediği sözler, aktardıkları ve daha nicesi hayatın her alanında önemli tavsiye, fikirler ve sözleri içeriyor. Spor,
"Sultan Hamid tahta geçtiği zaman Avrupalılar Bosna Hersek memleketini ellerine geçirmek, Islahatın mutlaka iki ay içinde uygulanmasını sağlamak için baskılarda bulundular. Artık Osmanlı Devleti'nin başlı başına kendisini yönetmeye yetersiz kabul edilmesi gerektiğini ve bundan dolayı emri altına almak gerektiğini kesin bir şekilde
Sayfa 359 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
"Son yüz senelik devlet hayatı, millet hayatı ve siyaset hayatını göz önüne getiriniz! 19. asrın başlangıcında Devlet-i Aliye-i Osmaniye birçok kayıplara rağmen geniş bir imparatorluk idi. Fakat efendiler, bu imparatorluk bir baskıcı saltanat tarafından yönlendirilmekte ve yönetilmekte idi. Buna karşı Avrupa'yı aynı tarihte düşününüz: Avrupa'nın her tarafında ortaya çıkan birtakım hür fikirlerden dolayı kendilerine layık birtakım ilmî ve idari müesseseler kurmaya başlamışlardır… Sultan II. Mahmud, memleketin yönetimini düzeltmek, gelişmeler elde etmek için girişimde bulunmak istedi. Fakat, gerçekleşen girişimler Avrupa'yı taklit etmek oldu. Avrupa kanunlarını almak, Avrupa düzenlerini almak, Avrupa'nın elbisesini giymek gibi birtakım düzeltme girişimlerinde bulundu. Fakat bu gerçek, olumlu bir sonuç vermedi, veremezdi. Çünkü düzeltmeleri için taklitçiliğe yönelinmişti. Avrupa kıyafetini aldık. Fakat fenalık, mutluluk, felaket bir milletin alış şekline bağlıdır. Onun nedenlerini ve araçlarını kullandığımız zaman gideceğimiz amaç onun için mutluluk olmasına rağmen kendimiz için felakettir… Biz kendi benliğimiz içinde kendi huy ve yaratılışımızla ilerliyoruz ve ilerleyeceğiz…"
Sayfa 358 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
“Efendiler!.. Ağalar!.. Kimdir sultan, ya kim başımızda tac? Vezire bakın: Sadabat’da badeye muhtaç?!.. Rüşveti afiyetle ziftlenip doyanlar mı bunlar? Sulh dediler amma refahı dindirdiler. Yerine eğlence koydular, kendileri eğlendiler. Vazife erbabı görevini bıraktı. Uçkuruna düştü erkekler, evini bıraktı. Kimdir bize bu zulmû reva gören? Ya kimdir merhameti göğe çekip götüren?”
''Efendiler ,ağalar !..Hangi alçaklıktır ki böyle güzelliğe kıyar da savaş meydanında düşmanına terk edip gider. … ''
Sayfa 243Kitabı okudu
Hala Sultan Aziz zamanı zihniyetiyle yaşıyorsun. Bundan sonra kocalar karılarını değil, isterlerse karılar kocalarını boşayacaklar.Kadınlar erkeklerini dövecekler. Kadınlar, asırlarca çektikleri Asya'ya has esarete tepki devrindedirler. İntikamlarını alacaklar. Paşalar, beyler, efendiler Ankara'da değil, gökyüzünün en üst katında meclis kursalar Havva kızlarıyla baş edemeyeceklerdir. Muharebeden sonra erkek azalmış, kadın çoğalmışımış. Daha iyi ya! Demek ki sayıca erkeklere galibiz.
Reklam
Ata ve arabaya binme yasağı
Tanzimattan evvelki devirde, İstanbul'da Padişahtan başka ancak üç kişi; Şeyhülislâm, Rumeli Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri Efendiler, eğer ata tercih ederlerse arabaya binmek hakkına sahip idiler. Onyedinci asrın ilk yıllarına kadar ricalden sayılmayan memurin, serveti ne olursa olsun halk, büyük şehir içinde ata da binemezdi. Onyedinci asır ortalarında, bir sinir hastası olan Sultan İbrahim de İstanbul şehrinin içinde arabayı yasak etmişti. Bir gün bir üfürükçü hocaya okunmaya giderken yolda bir arabaya rastladı. Fevkalâde sinirlendi ve bu basit zabıta vakasından Sadrazamı mesul tuttu. Sadrazam Salih Paşayı, ki değerli, namuslu bir vezirdi, gittiği üfürükçünün evine çağırttı ve gözünün önünde bir kuyu ipi ile boğdurttu.
Nutuk'da Hilafetin kaldırılması üzerine,
"Bilginize sunmalıyım ki, Şükrü Efendi Hoca ve onu ve imzasını ileri süren politikacılar, sultan veya padişah unvanını taşıyan bir hükümdar yerine, unvanı halife olan bir hükümdar koyarak konuşmuşlar ve iddialarda bulunmuşlardı. Şu farkla ki, herhangi bir ülke ve ulusun hükümdarı yerine dünyanın değişik yerlerinde topluluklar halinde yaşayan,
Efendiler! Osmanlı İmparatorluğu da çağdaş devlet olmak istemişti. Bilhassa Sultan III. Selim'den itibaren bu maksada yönelik icraat hepinizin malumudur. Lakin Osmanlı saltanatına çağdaş devlet olabilmek mukadder değildi. Çünkü Osmanlı saltanatı bekasını temin için bir taraftan Batı medeniyetine girmek zorunluluğunu hissetmekle beraber, diğer taraftan Doğu medeniyetinin devlet sisteminde son gelişme merhalesi olan dini-feodal ve gayri milli bir imparatorluktan, hilafetle kaynaşmış padişahlıktan ayrılamıyordu. Zaten halife-padişahlık sisteminin mahiyeti, bugünkü Batı medeniyetinin asli kaynaklarından olan Rönesans, dini reform ve ihtilalin ruhlarına aykırıdır. Dini geleneği temsil ve müdafaa etmekle mükellef hilafet, esasında, laik Rönesans hareketine ve dini reforma rıza gösteremezdi. Toprak ağalığına dayanan padişahlık, kendi dayanaklarını kırmadan siyasi ve toplumsal bir ihtilale müsait olamazdı. Nihayet Rönesans, ihtilal ve dini reform, milli hareketlerin çıkış noktası olduğundan, muhtelif kavimleri, milliyet prensibine aykırı ideal ve menfaatlerle saltanat asasına baş eğdiren bir imparatorluk, kendisine mezar kazacak olan milliyet hareketinin doğup gelişmesine göz yumamazdı. Kısacası Osmanlı İmparatorluğu'nun trajedisi, hem Batı medeniyetine girmek, hem girmemek mecburiyetleri tezadında adeta yoğunlaşmış gibiydi.
Seyyid Abdülhakim Arvasi kuddise sirruh hazretlerinin ifadesine göre bir Müslüman beldesinde Müslümanların ihtiyacını gidermek için gerekli olan mesleklerin erbabından kimse yok ise o beldenin "münafık" olma tehlikesi vardır Bu beldeyi İslam dairesinde istikametlendirmek için Sultan'ın o belde halkından insanlar istemese de zorla o mesleklerde uzman yetiştirmesi hakkıdır vazifesidir. Meslekler sanatkarlar hususunda böyle bir tehlike varsa fikir noktasında nasıl Bir tehlike olduğu düşünülmeli. Düşünen adam söylüyor: "fikirsiz efendiler,fikirsiz ne yola,ne madene ,ne bugdaya,ne silaha muhtaçız ihtiyacımız sade Fikre. Ondan da mahrumuz fikir olunca hepsi olur o olmayınca da hiçbiri olmaz bunu bile anlamıyoruz!".
Reklam
Bahsin sonunda İhsan Efendi şunları söylemişti: Namık Kemal Bey ve arkadaşlarının her şeyi kabul... Hakikaten vatanseverler, kuvvetli şair ve çoğu samimi insanlar... Fakat düştükleri bir hata var ki, gözü kapalı bir hürriyet sevdasına düşmüşler... Hürriyet, hürriyet! Peki efendiler ne istiyorsunuz, denildiğinde: Sultan Abdülhamid gitsin! Memleketteki bütün terakki, gelişme, ilerleme, her şeye o mâni oluyor. O giderse, hepsi gelecek! Namık Kemal ve arkadaşları da onlardan sonra gelenler de böyle bir karasevdaya düşmüşler. Şairdirler, güzel sözler söylemişler; fakat sevdalarının mantığı yok. En nihayet gördük işte, meşrutiyet ilân olunup, hürriyet geldi denilince neler oldu? Terakki, ilerleme için değil, fitne, karışıklık, kavmiyetçilik, parçalanmak için hürriyet kullanıldı. Esasen hürriyet filân da gelmemişti. İttihat ve Terakkicilerin isteklerinin, fikirlerinin muhaliflerine hürriyet yoktu. O yüzden partiler arasındaki mücadele, silâha, suikastlara döküldü.
Sayfa 388Kitabı okudu
232 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.