Sultan II. Selim zamanı...
İnebahtı Deniz savaşında Haçlı donanmasına yenildik. 20 bin şehit verdik, 142 gemimizi kaybettik.
O günlerin sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa, bir yıl içinde eskisinden çok daha güçlü bir donanma hazırlamasını Kılıç Ali Paşa’ya emrettiğinde, bunun çok zor olduğunu ifade eden Kılıç Ali Paşa’ya söyledikleri meşhurdur:
“Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabilir. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al!”
İnebahtı olayını hatırlatıp böbürlenmeye yeltenen Venedik elçisine verdiği cevap da tarihe geçmiştir:
“Biz Kıbrıs’ı sizden almakla kolunuzu kestik, siz İnebahtı’da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakal daha gür çıkar!”
Devleti yönetenlerin özgüveni bu derece yüksekti.
Bir devir düşünün...
Öyle bir devir düşünün ki, padişahı, mimarı, kaptan-ı deryası, şairi, gezgini, tarihçisi, tarihin “en büyük” isimlerinden oluşsun...
Sözkonusu etmek istediğim devrin mimarbaşısı Koca Sinan, kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa, şairi Baki, gezgin denizcisi Piri Reis, tarihçisi Hoca Sadüddin Efendi’dir...
Tahtta ise, tahta baht katıp çağlara şan veren bir padişah oturmaktadır: Kanuni Sultan Süleyman.