Ah Tanrım! Gözyaşlarımı görüyorsun. Bizlere payımıza düşen acıyı verdin. Üzerine bir de bizlere işkence eden ve tesellimizi avucumuzdan alan, sana olan güvenimizi sarsan, merhametinden ve rahmetinden şüphe etmemize neden olan insanlar göndermesen olmaz mıydı? Her daim ihtiyacımız olan şifayı ya da gücü çevremizdeki her şey aracılığıyla bize veren sen değil misin? ''Varlığının yüceliğini bir türlü anlayamadığım Tanrım, ruhum senle doluyken neden bana yüz çevirdin? Beni yanına çağır! Daha fazla susma!'' Susuzlukla kavrulan ruhumun daha fazla gücü kalmadı.
Ne kadar numaramız varsa göstermedik mi?
Attıksa birkaç kıtır,
"Susma hürriyeti"ne sanki bir şey dedik mi?
Babamın adı Hıdır,
Elimden gelen budur!
***
Bizdeki planların rastlanmaz benzerine
İstatistik rakamlar konuştu söz yerine,
İşliyor tıkır tıkır,
Solda sıfır olduk da tüy diktik üzerine,
Babamın adı Hıdır,
Elimden gelen budur!
Susmak, şu kadarı açıkça görülüyor ki, hem onu uygulayana hem de muhatap olana derinden dokunabilir. Belki, "hissi" muhafaza etme, yani insanlar için olduğu gibi şeyler ve durumlar için de tipik olan ilişki ve bağlantılardaki bereketin değerini bilme kabiliyeti, konuşmadan da fazladır. Susmak, bu ilişki ve bağlantıları konuşmadaki gibi
Susmak hakkında konuşmak isteyen, mecburen bozar suskunluğunu, susmak üzerine yapılan her konuşmanın temel sorunu budur. Ben de burada aynısını yapıyorum, susmanın insana ne şekilde ve nasıl bir güçle dokunabileceğine dair birkaç fikir ileri sürmek üzere. Bu dokunuşun vesileleri çoktur, ama her susma şekli insana başka türlü dokunur. Her durumda bunun nasıl cereyan ettiğini ve ilişkinin doğrudan taraflarını ve ötekileri nasıl etkilediğini anlamak gerekir. Susma yoluyla dokunma ve dokunulma sanatını, hayatın akışı içinde deneyip yanılarak, pratik yaparak ve düşünerek öğrenebilirsiniz. Sonra yine susarak susmak hakkında tefekküre dalmak üzere...
Esas itibarıyla her iki seçeneğe de sahip olmak yararlıdır, konuşmak ve susmak. Tek başına konuşmak hüküm sürerse, bu susmayı tercih edenlerin aleyhine olur; belki onların da söyleyeceği bir şey olmasına rağmen, dikkate alınmazlar. Tek başına susma hüküm sürerse, bu memnuniyetle konuşmak isteyen ama buna cesaret edemeyenlerin aleyhinedir. Bir insan hiçbir zaman bir şey söylemezse, kendisiyle ilişki kurarken yararlı olabilecek bir idraki sağlamaktan imtina etmiş olur. Sürekli her şeyi söylemek ise, kendini tutamayan bir gevezeliğe delalet eder. Çok fazla konuşandansa, susmayı da bilen kişi daha güvenilir görünür. Susabilen, herhalde daha tefekküre yatkın olan insandır, çünkü susmak, kendini dinlemeyi daha fazla mümkün kılar, onun için "sakin sular derindir."
Susma sanatının özü budur: Genişliğe alan bırakmak. Sessizliğin açtığı genişlik, insana kendi sonluluğunun darlığını unutturur; ki insanlar onları ezen, bunaltan o sonluluktan ötürü, "konuştuğum sürece yaşarım" düsturuyla, durmaksızın konuşurlar. Susanın deneyimi ise başkadır: "Sustuğum sürece, benim hayatımı aşan sonsuzluğun parçası olarak hissederim kendimi. " Bunun insana dokunmasına izin vermek, sessizce bir şey okumakla da mümkündür.
İnsanın kendisini pek savunamayacağı, dışsal etkenlerin sebebiyet verdiği hetero nom (yaderk) susmaya mukabil, insanın kendi içinden gelen otonom (özerk) susma vardır. O susuş dışsal bir güce karşı dikiliyor olabilir, bir ötekine karşı iktidar kurmak üzere de devreye sokulabilir; pekala kendisiyle ilgili olan bir şey karşısında belirsizlikte bırakmış olursunuz ötekini. Saldırı veya savunmaya yarayan susma, susuşun duvar olmasıdır; neredeyse bir "susma seti" diker böylece, ister otonom olarak özel alanda, ister heteronom olarak, bir şeyin konuşulma masının gerektiği toplum içinde.
Ah tanrım! Gözyaşlarımı görüyorsun.
Bizlere payımıza düşen acıyı verdin.
Üzerine bir de bizlere işkence eden ve tesellimizi avucumuzdan alan, sana olan güvenimizi sarsan, merhametinden ve rahmetinden şüphe etmemize
neden olan insanlar göndermesen olmaz mıydı?
Her daim ihtiyacımız olan şifayı ya da gücü çevremizde ki her şey aracılığıyla bizlere veren sen değil misin?
Varlığının yüceliğini bir türlü anlayamadığım tanrım,
ruhum seninle doluyken neden bana yüz çevirdin?
Beni yanına çağır!
Daha fazla susma!
Susuzlukla kavrulan ruhumun daha fazla gücü kalmadı.
Hangi adam, hangi baba oğlunun kendisine aniden geri dönüp sarılarak, "Babacığım ben geri döndüm!
Yolculuğumu yarıda kestiğim ve erken döndüğüm
için bana kızma! Dünya her yerde aynı; bir emek ve acı,
zevk ve ödül sahnesi ama tüm bunların ne yararı var?
Ben sadece senin yanında mutluyum.
Acımı da sevincimi de senin yanında yaşamam isterim." diyen evladına sırt çevirebilir?
Sen yüce tanrım,
Senin yanında olmak isteyen kulunu kovar mısın?
Susma sanatının özü budur: Genişliğe alan bırakmak. Sessizliğin açtığı genişlik, insana kendi sonluluğunun darlığını unutturur; ki insanlar onları ezen, bunaltan o sonluluktan ötürü, "konuştuğum sürece yaşarım" düsturuyla, durmaksızın konuşurlar. Susanın deneyimi ise başkadır: "Sustuğum sürece, benim hayatımı aşan sonsuzluğun parçası olarak hissederim kendimi." Bunun insana dokunmasına izin vermek, sessizce bir şey okumakla da mümkündür.
Şubat ayını 6 kitapla tamamlamış bulunuyorum. #Tavsiyeniteliğinde okuduğum kitapları bırakmak istiyorum. Herkese keyifli okumalar dilerim😊 (En alta geçen 25 ayın kitaplarını da bırakacağım. Yorum, fikir ve düşüncesini merak ettiğiniz kitapları sorabilirsiniz.)
ŞUBAT AYI
1-Alınyazısı Saati(Sezai Karakoç)
2-Tasavvuf Bahçeleri(Necip Fazıl