NBC’nin Cannes büyük ödüllü Kış Uykusu filmini seyrettiğim zaman, filmde kullandığı toplumsal gerçekçi romanların ve eski Türk filmlerinin vazgeçilmez klişesi imam-kötü adam temasını fark ettiğimde yadırgamıştım. Tabii bu klişe eski filmlerdeki gibi kaba bir şekilde değil, ustaca ve hatta sadece dikkatli gözlerin görebileceği bir örtünün altında
Sanatın varoluş serüvenindeki sancılı bekleyişlerin muhattabı olan sanatçı, sanatla olan ilişkisini içinde yaşadığı yüzyıla yansıtma deneyimi içerisindedir. Bu deneyim sanatçıyı öyle çok bocalatır ki yaşadığı çağının akslerini sanatında ister istemez buluruz. Çünkü sanatçıyı var eden kendi içsel imkanlarının yanı sıra çevreden etkileyen etmenler
Biz giderken bir şişe suyumuz yok muydu, diye sordu doktor yine. Karısı, Tabii vardı ya, nasıl unuttum diye bağırdı, biri yarım, öteki dolu iki şişe suyumuz vardı, ah, ne kadar sevindim, içme, o suyu içme artık, dedi çocuğa, hepimiz temi su içeceğiz, en güzel bardaklarımızı çıkartacağım ve temiz su içeceğiz. Bu kez mutfağa giderken eline kandili aldı, gelirken su şişesini getirdi, kandilin ışığı cama vuruyor, şişenin içindeki hazineyi aydınlatıyordu. Şişeyi masanın üzerine bıraktı, bardak aramaya gitti, en güzellerini, ince kristal bardakları bulup getirdi, sonra, yavaş yavaş, dini bir töreni yönetir gibi, bardakları doldurdu. Sonunda, haydi içelim, dedi. Kör eller bardakları arayıp buldu, titreyerek kaldırdılar. İçelim diye yineledi doktorun karısı. Masanın ortasında duran kandil, parlak yıldızların çevrelediği bir güneş gibiydi. Bardakları masaya bırakırlarken koyu renk gözlüklü genç kızla gözü siyah bantlı yaşlı adam ağlıyordu.
Okumaya çekimser kaldığım bir yazar ve bu yazarın kitapları. Kristal Denizaltı kitabı, bu yazarın kaleminden ilk ve son kez okuduğum bir kitap oldu. Yazarın bana hitap etmediğini düşünüyorum. Tabi birçoklarına hitap edebilir, saygım sonsuz. Fakat bu yazarın kitaplarında öyle bir nokta var ki beni kendinden ittikçe itiyor.
Kristal Denizaltı
Kitabın ana temi korku. Bildiğim kadarıyla Yaşar Kemal bu kitabini esasen seneler evvel yazmış fakat aynı dönemde basılamamış. Korku duygusunun toplum üzerindeki etkisi ve nasıl hızlı yayılabildiği çok iyi işlenmiş. Ayrıca kitapta Anadolu kadını o kadar iyi tasvir edilmiş ki ayrıca hayran oldum. Atlanılmaması gereken naif bir detay
Kör Baykuş şimdiye kadar okuduğum romanlar arasında en olağandışı olanlardan biridir. Anlamak, dolayısıyla da anlatmak çok zordur bu romanı. Her okumadan sonra, bu anlayamamaktan kaynaklanan anlatamamazlık öylesine çarpıcıdır ki, “sen anlamazsan, senin dediğin de anlaşılmaz,” diye bir not düşme gereği duyarsınız. Ama, kesinlikle oldukça doyurucu
"... İkinci Yeni bu yolda ondan çok daha ileri gider. Hatta, zaman zaman, biçimciliğe (formulizme) ulaşır : Şiirde anlamı, düşünceyi, demeci, konuyu, temi, hikayeyi, tasviri -dolayısıyla içeriği- ya önemsemez ya da dıştalar. "
Eğer gözümden kaçmadıysa, galiba tek bir metafor yoktu kitapta. Oysa günümüz yazarları için metafor okuru hipnotize etmek için başvurulan bir sihirdir. Altı hemen çizilir. Alegori, imge ve sembol peki? Gırla gitsin kullanılır yazarlarca. Mesela bizde H.A. Toptaş bayılır. Ben de. Bunlar peki, varlar mıydı bu eserde? Belki önemsiz birkaç tane.